30.11.15

Soğuk, beyaz ve bir o kadar da karanlık bir geceydi. Kaçar gibi oturduğun köşede her şeye ve hatta hayata hakim bir oturuşun vardı ki; hüzün ve sevinci bir arada yaşadığın o gecede dikkat çekmek için farklı, özel bir şey yapmaya ihtiyacın yoktu ve zaten amacının bu olduğunu da hiç sanmıyorum.

Ertesi sabah aklında nazik bir soru işareti olarak O'nu hatırlatan, hayata meydan okurcasına dimdik duruşu muydu, sıcak bir gülümsemesi mi, yoksa tek bir kelimesi mi... gerçekten hatırlamıyordu. Kadın, kısacık bir zaman diliminde her karşılaşmalarını 'mutluluk' ile nitelendirebiliyordu yalnızca, belki biraz da şaşkınlık. Öylesine güzel konuşuyordu ki; ancak hayranlık ve heyecanla izleyip, her cümlesinde bir kez daha tekrarlıyordu kendi kendine 'bu kadarını haketmiş olamaz...!' diye... 
Sen böyle kayboluyorsun ya zaman zaman; ben de zamanda kayboluyorum, yolumu bulamıyorum, ne düşündüğümü bilemiyorum, saatler nasıl geçiyor, ne olup bitiyor... ne biliyor ne de sonrasında hatırlıyorum. Zihnim bulanık bir göl suyu gibi...

Seninle birlikte, kan kaybediyorum.
Seni öyle güzel sevmişim ki;
Şimdi kim sevse,
Hep çok çirkin...

Adını sen koyarsın.

Ben kendime seninle zarar veriyorum, bu tamam da soru şöyle sorulmalı:

-Alkol, sigara kullanıyor musun? Peki ya Ahmet, Mehmet, Cevdet, vb.? Cevap da şöyle olmalı:

-Alkol neyse de, Ahmet, Mehmet, Cevdet, vb. öldürür seni. Hatta kızım öldürse neyse, mukadderat der geçeriz de; süründürür, sakat bırakır, en son beynin ve kalbin olmak üzere tüm uzuvlarını acı içinde kaybedersin. Öyle bir hale gelirsin ki; uzuvlarını değil Ahmet, Mehmet, Cevdet, vb.'i kaybetmek canını yakar. Sakat bir kedinin yalnızca iki bacakla ciğere koşmasına benzer halin; bir farkla. O hayatta kalmak için çabalarken, sen ölüme gittiğini fark edemezsin; hem de koşar adım.

İşte bu yüzden, bugünkü kaçış planladığım gibi gitti gitti... Yoksa;
-Selamün aleyküm ve aleyküm selam...!