5.3.07

gecelerim

gecenin herkesçe 'geç' sayılan saatlerinde daha cok istiyorum yazmayi. etrafin sessizligi ve boslugudur tahminimce beni yazmaya yonlendiren, paylasma istegi. hos, gunun aydinlik saatlerini de yalniz geciren, bundan nefret eden ve fakat icten ice kimseye bu zamani yar etmek istemeyen de yine benim. buna ragmen okunsun, bilinsin, dusunulsun istiyorum. insanim ne de olsa tabiatimda.

saat 05:00'a geldiginde mudanya caddesinde sesler artar, yarim saat icinde gunduz vardiyasi icin servislerini beklemeye cikar insanlar, kose basina. ardindan hafif rayli sistem, metro degil, calismaya baslar. ilk seferin sesi ve isigi dikkatimi ceker, once irkilir -korkagimdir-, sonra seyrederim gecisini, icindeki tek tuk yolculari. Pek tabi sabah ezaninin ardindan uykuya dalmamissam. Genellikle de boyle olur. 'Artik sabah oldu' rahatligiyla uyumak icin yatabilirim. Artik disaridan gelen citirtilarin, sokaktan gelen ayak seslerinin, acilan bahce kapisinin beni endiselendirmesi gerekmiyordur ve ben huzur icinde yastigimla bulusabilirim. Hatta bazen kus sesleriyle...

gece, her gun gelmek zorunda olan ve fakat kesinlikle davetsiz bir komsu gibidir. bir tek alt komsu 'gunes'ten pek hoslanmaz o gelince kacar, sonra bir bakmissin yeniden bitivermis dibimde. ben kaciyorum o kovaliyor yuzsuz.

saat 05:07.. artik sabaha az kaldi.

gunesin alevden saclari
asinca karsiki tepeden
golgeler sarar yamaclari
urkerim gelecek geceden

butun dertler beni bekler
yatagimin bas ucunda
esir kalir hep dilekler
kaderimin avucunda

teselli etmiyor gonlumu
ne yildiz ne de ay bu gece
beklerim hasretle gunumu
yalvarip goklere
her gece.

written down, at last

Küçüktüm. Her sabah biraz daha geç çıkmak isterdim evden. Okulu sevmediğimden değil, caddeye kadar elimi tutsun diye. Öyle havalı, öyle yakışıklıydı ki hava atardım onun elini tutarak. Sanki herkes bize bakar ve beni kıskanırdı. Kaç defa elini sımsıkı tutup, adımlarını izleyip, takip ederek yürüdüm o uzun ama ömrümün en kısa sokağını bilmiyorum. Belki iki belki de üç... Küçüktüm. Elimi bırakmadan caddeden karşıya geçirir beni okul servisine bindirirdi. Bazen de birlikle dolmuşa biner Kadıköy Rıhtımı’na doğru yine o kısacık yolu giderdik. Yine gözüm üzerinde. Dedim ya küçüktüm, okula gidince ondan bahseder, okula beraber gelişimizi çıtlatırdım etraftakilere bir şekilde. Dönüş yolunda olmazdı asla, asla alamadı beni okuldan ama çalışıyordu ne yapsın. Pek çok zaman şehir dışındaydı. İstanbul’da olduğundaysa geç gelebilirdi eve. Hatırlıyorum da yine küçüktüm ama düzene girmeye başlamıştı her şey. Okul yolunda yanımda olmazdı, beni okuldan alamazdı, eve döndüğümde karşımda göremezdim belki ama akşam yemeklerini beraber yerdik. Ben beklerdim zaten. Çok geç geldiği gecelerde ise yine de onunla sofraya oturur, yemek sırasında ilk sigara molasını vermesini beklerdim. Çok sigara içerdi zaten. Sigarasını yaktı mı önce saçlarını eliyle arkaya atar sonra da masanın üzerinde ona doğru uzanmış elimi tutardı. Ardından yemek masası toplanırken bir yandan ben oturduğu iskemlenin arkasına geçer saçlarıyla oynamaya başlardım. Saçlarının geri kalanına göre daha uzun olan perçemlerini lastik tokalarla toplardım bazen de. Hiç kızmaz, sıkılmazdı. Küçüktüm diye belki, belki de sevdiğindendi beni. Sonra birisi öldü, çok üzüldü. Daha çok sigara içti daha çok uykusuz, yorgun ve yoğun yaşadı tam bir hafta. Öyle ki tam bir hafta sonra o da gitti peşinden. Annem dedi ki "baban onu yalnız bırakmak istemedi oralarda." Ne olduğunu hala bilmediğim bir şey hissettim. Hiç ağlamadım. Hiç bağırmadım. Yıllar sonra farkettim ki küsmüştüm ben ona. Birinin peşinden giderken bana sormadı diye. Rüyamda geldiğini gördüm geri. Öyle ki yıllar sonra, şaka yaptım diyordu. Daha sonra okuduklarıma göre bu öldüğüne inanamadığım anlamına geliyormuş. İnsan babasının öldüğüne nasıl inanmaz anlamayamadım. Üstelik öyle çok küçük de değildim ama anlamak yaş ile ilgili değilmiş onu da o zamanlarda anladım. Onunla barışmak için ağlamam gerekiyormuş. Biraz abarttım bu barışma işini ama aramızda hiç husumet kalmamalıydı, ne yapabilirim ki… Ağlayınca içim ferahlamış. Öyle ki bir serinlik hissettim. İçimde kalan büyük boşlukta dönüp duran soğuk havaydı o serinliği hissettiren. Hiç ziyaret etmedim onu. Belki de yaptığım her şeyi, ben orada ona bakarken, daha söylemeden bileceğinden korktuğumdandır. Barıştığımda ondan oldukça uzaktaydım. Zaten gitsem bulabilir miydim acaba. Bahane üretmek kolay geldi bana büyümüş olmama rağmen. Anladım ki insan büyüdükçe daha çok mazeret sahibi oluyor. Onu en son tam on bir yıl önce babalar gününde görmüştüm. Babalar günü hediyesi almayı düşünüyordum nefes alırken gördüğüm son saniyede. Şimdiyse on bir yıl gecikmiş bir babalar günü hediyesiyle ziyaret etmeliyim onu. O okumadan ben anlatmalıyım içimi, paylaşmalı, günah çıkartmalıyım...