4.11.08

bir göz açıp kapama oyunu hayat. gece gündüz kovalamacası, tekrarlar sinsilesi. sonsuz bir döngü. başım dönüyor artık...

durmak istiyorum.

3.11.08

b u h a y a t ç o k a ğ ı r a r t ı k . . .

17.10.08

ıslak ve ıssız bir gecenin sonuna yakın alacakaranlığa beş kala saatlerde, takırdayan yüksek ökçelerin sesleri geliyor biryerlerden. daha ıssız ve dar bir sokağa yöneliyorum daha uzağa kaçmak istercesine. ellerim ceplerimde, içimde bir ürperti, ökçelerin sesleri iyice uzaklaştı. kendi seslerimle başbaşayım; ne gürültü ama. sokak, döndükçe, üzerime geliyor. soğuk ferahlatsa da can sıkıcı olmaya başlıyor. ha gayret diyerek devam ediyorum yoluma. birkaç travesti çıkıyor karşıma ama ne onlar beni görecek haldeler ne de ben onlardan korkacak kadar uzun bakıyorum yüzlerindeki çizgilere. sessizliğin içinden tanıdık bir melodi çalınıyor kulaklarıma. 'Sur' bu diyorum yaklaştıkça. yıllar var duyurmuyorum bu notaları, bir o kadar aşina halbuki. nereden geldiğini anlamaya çalışarak kulak kabartıyor, gözlerimi pencerelere çeviriyorum. titrek bir ışık çarpıyor gözüme izbe bir binanın 4. katinda. yüksek ve geniş apartman kapısı davet edercesine içeri, aralanmış bana bakıyor. bir süre bakakalıp, hiçliğin ortasında olabilecek tüm 'hiç'leri umursamıyorum ve O'nun dünyasına ilk adımımı atıyorum. içeri girer gitmez kapının aralığından sızan başkaları olduğunu da görüyorum. ikisi birbirine adeta sarılmış uyuyan en az beş altı kedi, kendilerini rahatsız ettiğimden olacak kısık gözlerini aralayıp bakıyorlar. tehlike var mı diye biraz bekledikten sonra uykunun ağırlığıyla yoğrulmaya devam edip ilgilenmiyorlar benimle. audrey hepburn filmlerinde gördüğüm telden iki kapısı olan eski asansörlerden var ama cesaret edemiyorum kullanmaya ve sessizliği bozmaya. merdivenlere yönelmeden aradığım ışık sonucçsuz kalınca, çakmağımı kullanarak devam ediyorum üstkatlara doğru. bir yandan dinleyen kişiyi hayal ederken anlamsızca, bir yandan geçmiş canlanıyor gözümde. rutubet kokusu heryeri sarmış boşlukta ilerlerken kesif bir sidik kokusu burnumu yakmaya başlıyor. çıt çıkmıyor kendini tekrarlayıp duran 'Sur' dışında. çakmağım elimi yakmaya başladı ve yoruldum ama ısrarlıyım. neden ve neye bu ısrar bilmiyorum. gidip kapıyı çalsam gecenin ya da sabahın bu saatinde muhtemelen ya korkup kapıyı açmayacaklar ya da polis çağıracaklar diyorum. dördüncü kata çıkınca önce birkaç saniye soluklanıyorum kapının önünde. Astor'un sesi hala aynı derinlikte ve arzuyla çınlıyor kulaklarımda. biraz ısınmak istiyorum, ceplerimi yokluyorum. konyak şişesinin dibinde kalan son yudumu içiyorum ama yeterli olmayacağı besbelli. mantomu üzerime iyice sarıp kapının yanındaki merdivenlere oturup bir sigara yakıyorum karanlığın ortasında. her nefes çekişimle çıtırdayarak körüklenen ateş belli belirsiz bir aydınlık yaratıp kayboluyor yeniden. ciddi ayaz var ilk kar düştü düşecek. duvara yaslanıp müziğe veriyorum kendimi. bir sigara daha yakarken bir tıkırtıyla irkiliyorum. hafif bir ışık yüzünü gösteriyor ve kapı aralanıyor. karanlıktan kısılmış gözlerim aydınlığın içindeki, yüzü seçemiyor. birkaç saniye bana bakıp içeri giriyor yeniden ama kapıyı kapatmadan. hafif bir korku dalgasıyla biraz daha üşüyorum, içeriye girmeli miyim diye düşünürken. çekinerek ayağa kalkıp kapı aralığından içeriyi ve içerdekileri görmek istiyorum. vazgeçip çıkıp gitmek istiyorum ama öyle buğulu ki her şey kararsızlığımla öylece kalakalıyorum sesini duyana kadar.
- üşümüşsün haydi gel bir şeyler içersin.
sesinden anlayamıyorum kadın mı erkek mi içerideki ve ne kadar tehlikeli... içeriye girip kapının önünde öylece dikiliyorum. ne işim var benim burada? - kapat kapıyı çocuk çok soğuk, diyor. sarı siyah ışıklarla aydınlanmış uzun ve geniş bir koridorda ilerliyorum hala biraz çekinerek. duvarda ışıkla aynı rek eski fotoğraflar, birkaç küçük tablo.........

15.10.08

acı bir haber sayesinde, öfkenin ve küskünlüğün anlamsızlığının, yeniden farkına varmamı sağladı hayat. üç günlük tabir edilen şu dünyada ne benim sana olan hislerim ne senin bunları anlayıp yok sayışın sebep olabilir içimizdeki insanlığın yok olmasına.

ensemble c'est tout...

6.10.08

büyüdükçe acılarımızın biçimi de değişiyor. çok derinlere inemiyorlar öncekilerin külleri yüzünden ve yangınlar daha mantıklı sönüyor içeride.

ya hep ya hiç diyor, anlamsızca vakit harcamıyoruz; çünkü biliyoruz zamanın ne kadar az ve hayatın gereksiz çırpınışlar için ne kadar kısa olduğunu. aşk bile hakkını veremiyor, ayakları yerden kesemiyor. 'O' kelime dile gelip söylenemiyor ancak 'sevişmek'ten bahsederken anılıyor 'sevmek'; gün aydınlanırken güneşin ilk ışıklarıyla buhar olup yok oluyor. bir başka gece bir başka sevişmeye dek vücut bulamıyor korkusundan.

derinlere biraz daha kül savururken ben, istanbul'da fırtına uyarısı veriliyor televizyonlarda. böylece biliyorum ki küller savrulacak ve bu seferki içimde çok da yer tutmayacak. garip bir sızıyla içim ürperirken yanılgılarımı ve geçen birkaç ayı gözden geçiriyorum güzel bir şarkıyla. tartıyor, ölçüyor, biçiyorum... hala anlamıyorum. sonrasında hatırlayıp bakarsam belki ileride diyor ve bu sayfaya yeni bir biçim veriyorum hayatımla birlikte...


ateş böcekleri sönerken sonbaharın gelişiyle birlikte, güz güneşini selamlamayı seçiyorum...

5.10.08

neresinden tutsam elimde kalan düşüncelerle oturmuş yoruluyorum kelimeleri doğru sıraya sokmak için. pek çok yazan gibi ben de doğru kelimeleri bulduğumda hayatın sırrını çözeceğime inanıyorum.
kimbilir...

isyan kolay inanmak zor
bu hayatta
her şey mümkün
yeniden başlamak ve
her şeyin sonu
ellerimde
titreyen bir kırmızı duman
çektikçe içime yakan
dur durak bilmeyen
sessizlik
içimdeki sensizlik

3.10.08


anlamsız bir baş ağrısı musallat fikrime. tek ilacı uyku, o da şans işi...

konuşmak zor zanaat, söz sendeyken.
sözlerin tükendiği bir yerde takılı kaldım, gözlerin bile konuşmuyor artık benimle. gerçeklikten uzak olduğu her halinden belli bir kaç zoraki gülümse, günü kurtarma konuşmaları... hepsi bu.

kalbinde değil hayatında bile tutunamıyorum bu şartlar altında. göz göre göre kayıyor ellerim, düşüyorum. bunu gördüğünden bile emin değilken, elimden tutmanı nasıl bekleyeyim...

ben sigaranın dumanı altında yana yana en sonunda kül oldum... sen, kibritin hiç yanmayan ucunda hayatımdan geçiyorsun...

23.9.08

bu bitmeyen hüznün miladı senin gidişin, biliyorum. bu yalnızlık korkusu da aynı miladın yadigârı bana. rüyalarımda gelişin, saçlarımı okşayışın özleyişim seni. kendi başıma ve dimdik ayakta kalmak zorunda oluşum beni görüşünden.

bu bizim hep birlikte tek fotoğrafımız. bundan 24 yıl öncesine ait, hatırlamadığım bir yaz günü... sanki güzel bir filmin dondurulmuş bir anı. repliklerini unuttuğum, tekrar dönüp izleyemediğim, başa saramadığım.

seneler geçtikçe artıyor sana özlemim ve ihtiyacım. ruhum daha büyük yaralar alıyor diye, eminim. daha çok arıyorum kollarının arasında olmayı ve buna rağmen uzak ve yalnız olmayı yine ben seçiyorum her şey ve herkesten. mutluyum da aslında ama artık mutluluğumda da arıyorum seni. bir parçası kaybolmuş bir puzzle gibi. . .

aklımda hep aynı bir kaç sahne.

ve perde . . !
iyi ki doğdun babacığım . . .
.
.
.
keşke yanımda olabilseydin . . .
.
.
.

Sonbahar yapraklarının sararmaya, bulutların daha gri ve fazla olduğu şu günlere rağmen güneş yine de asil yüzünü gösteriyor.

Hayatta her şey mümkün diyordum, en çok da mutluluk;

yeter ki nerede bulacağını bil...

19.9.08

siyah saatler - II



bir uzun siyah bekleyiş benimkisi. sonunun ne olduğunu bildiğim ve fakat yine de umutsuzca beklediğim...

z a m a n nefesimi kesiyor. . .

18.9.08

siyah saatler - I


g ö z l e r d e y a l a n s ö y l e r m i ( ş ) . . .

11.9.08

bir kaç söz

Bir sürü şey var yazılacak, gel gör ki kendimi toplayamıyorum ki kelimeleri toparlayayım...

Hatırladığım geçmişimde -çünkü farketmeden hafızamdan sildiğim zamanlarım çok- bu kadar
savrulduğumu hatırlamıyorum. Tüm uzuvlarım bambaşka köşelerde, kendilerini arayıp bulmamı
bekliyorlar seslerini çıkartmadan. Beynim önce kendini düşünüyor her zamanki gibi, içine
yerleşecek bir şişe bir buluyor hemen. Haliyle bir sağa bir sola savruluyor sürekli, bu
yüzden ki atamıyor o uyuşukluğu. Ayyaşlık tatlı tabi, dumanı da cabası... Yalnız tadı
olmuyor

-O'nsuz-

Söylemiş miydim?.. Evet.

Bir sürü şarkıdan, derme çatma sözler toplayıp sana her şeyi anlatabilirim komik düşmeyi
göze alarak. Bunlar peki, benim sözlerim olurlar mı? Bilmediğim bir dilde özlüyorum seni...

Ben aradığımı buldum. "Sana güveniyorum".

Sözlerim bitmiyor. Her şeyi hatırladığın gibi bunu da anlamanı bekliyor...

Bekliyorum.

8.9.08

belki durup dururken yanına gelince
söylediklerimi anlamsız buldun
oysa vakit yoktu ama sen haklıydın
çünkü böyle şeyler aceleye gelmezdi
yalandan da olsa
ne güzel güldün o akşam bana...

belki tanışmak zor
iyi anlaşmak zor
peki görüşmek çok mu kolaydı
çok kısa bir zamanda
belki biraz da zorla
bence gayet iyi de anlaştık
yalandan da olsa
ne güzel güldün o akşam bana

7.9.08

Sevdiklerimle, sohbetle dolu bir haftasonu ve şehir dışı, evden uzaklaşmak 'iyi geldi'. Hayatta olup biteni, asıl gailemi hatırlamamı sağladı. O'nu bile düşünmedim. Hani a$k her ne olursa olsun, kimle olursan ol O'nu düşünmekti...? Ben söylemiştim yanılıyorsunuz diye....

Ya yeniden yakalanınca gözlerine... N'olacak ?

4.9.08

ses-sizlik

bir yerlerde sesim duyuluyor olmalı yoksa deli çıkacağım . . .

artık buraların ne tadı tuzu var ne benim ne de herhangi birinin. bir sona daha yaklaştığımı hissediyorum. ama bu kez 'son' bir başlangıcı değil, sürüncebede kalmış bir monotonluğu taşıyor ileriye omuzlarımızda. soluduğumuz duman, hava değil. bir buhran çöreklendi tepemize. boğazımızda elleri. dudaklarımdan dökülen 'bunlar da geçecek', ne kalbim inanıyor ne de aklım -kaldıysa bir parça.

güneş beni bu kadar uzun zaman üşütmemişti hiç.. bu da geçecek (mi)?

2.9.08

Parantez


Dokunamıyorum hayatıma...

Elimi uzatıyorum, yetişmiyor. Destek lazım ama aldatmacalı hepsi. Güvenemiyorum. Güvendiklerim yüzünden düşüp biraz da ben elimi geri çektim ama hala uzanmaya çalışıyorum.

Hayatım için savaşmalıyım diyorum kendime ama nasıl? İstemediğim bir 'iyilik' yapılıyor bana, altta mı kalacağım? Kendi kendime yapacağım nerede kaldı hani?
Ben de altta kalmayıp kendimi atsam kendimden iyilik olsun diye birilerine ve kendime...

Hayatım diyorum ama benim değil sanki. Söz(üm) dinle(n)miyor artık.

1.9.08

...

Çok değil, yalnızca birkaç adım öteye düştü gözlerin. Gel gör ki geçit vermiyor(sun). Görmezken gördüğümü, arıyorsun; bulduğumda görmüyor duymuyorsun. ‘Görüyorum!.

Sonbahar serinliği üşütürken içimi, derin bir nefes çekiyorum ciğerlerimi yakan; çünkü seni görüyorum her üfleyişimde dumanını. Söylemiştim. Zararlısın bana. Gel gör ki ben kendime zarar vermenin yolunu sende bulmaktan mutlu oluyorum. Gözlerim kapanırken yorgunluktan, direnişim bundan uykuya. Rüyamda olacağın kesin değil ama uyanık olduğumda orada 'yakaladığım gözlerin'.

Anlasana bakmak değil görmek istiyorum seni, derinlerini. İstediğin biçimde.

Koca bir yaz geçip gitti, kaldı ardımda. Öyle ki, baharda tanıdım seni, yazda sevdim. Yaz aşkım olmadan.

Aşkım değil, merakımsın.

Bense bir kedi...

Bir bakıştan uzağa

Gidiyorum.

Haykırmak geçiyor içimden. Daha ‘acaba’ derken ben ‘sakın ha!’ diyor. Haklı. Canımın yanıklarını en çok o soludu, zifiri karanlıklarda elimi tuttu. Saatler uzakta, ama hep yanımda oldu. Hep haklı oldu. Ben yanlış olduğumdan değil, dost olduğundan. Sevdiğimi, aşık olduğumu da gördü, öyle zannettiğimi de. Şimdi diyor ki, bu seferkinin peşinden gitmelisin; ama bu kez farklı bir biçimde. ‘Oyun’u kurallarına göre oynamam gerektiğini söylüyor. Her ne kadar bu sefer her şeyin yalın kalmasını istiyor ve kendimden tahmini ilaveler yapmıyorsam da anlattıklarımla onu buna inandırmış olabilirim belki. Her şeyi olduğu gibi anlatıyorsam, gerçek mi yani?... Bunu yalnızca “O” bilebilir ki yazılarım boyunca da kendisinden “O” olarak bahsetmeye devam edeceğim.

Ne diyordum... Beni engellemekte haklılar. Aşkımı ilan edip olduğum yerde kalacağıma - ki bugüne kadar hiç saklamadım, apaçık söyledim öncekilerin her birine- her yeni günde yavaş, küçük ama bir adım atmaya devam etmeliyim. Ama.....

Korkuyorum. Yokluğumu hissetmemesinden, gözlerinin beni aramamasından, baktığı yerde olmadığımda beni görmeye çabalamamasından korkuyorum. Çoğu zaman birbirini yaktığını düşündüğüm gözlerimizin aslında benim gözlerimden ibaret olmasından, ‘Reddedilmiş’ olmaktan. Zamana yaydığı planları olduğunu görmemekten. Beni hiç anlamamış ve fark etmemiş olmasından.

Bugüne kadar hiç yanılmamış olan hislerim bu kez ve ilk kez beni yanıltıyor olabilir mi? Bu kadar büyük bir yanılgıyı aklım anlamaz mı? Aklımın anlamaması kalbimin çırpıntısından olabilir mi?

Biliyorum her şey mümkün hayatta...

28.8.08

Hazır gidiyorken...


Hazır gidiyorken...

Bakmayacağım sana artık. Her jestini, mimiğini görmeyi arzulayarak uzun uzun bakmak istediğim için. Kokunu, sana dokunmayı merak ettiğim için yakınından geçmeyeceğim. Fazlasını bilmek istediğim için sormayacak; duyacaklarımdan korktuğum için dinlemeyeceğim seni.

Sonra... Tam da şimdi olduğu gibi yine engelleyemeyeceğim kendimi ve sana uzanıp tutmak isteyeceğim, oysa ki yalnızca sözcükler olacak ulaşabilen benden sana, eğer dudaklarımı aralayıp kaçabilirse sesim. Sense ağırdan almaya devam edeceksin hayallerimi; bakma öyle, benim ‘hayallerim’ onlar. Engel olamazsın ya... Yoksa buna da yeter mi gücün?

19.8.08

eskilerden - II

her soguk gecenin sabahinda dogan puslu gunes
hep ayni soluk umudu besler durur
icinde buyuyen umutsuzluk, gecenin karanliginin tukenmeyisinden midir
yoksa gunesin bulutların ardina gizlenisinden mi bilemezsin..
ansizin bogazina coken o bulut gibi
sen de kalkamazsin yigilip kaldigin o divandan
ta ki dogurana kadar icindeki gunesi
mihlandigin yerden attigin cigliklar yayilir durur kendi semalarinda
donup bakarsan ardina
yaninda uzanan adam yabancidir sana gunes yuzunu aydinlatmadikca
bu yuzdendir ki
gece sevisenler bulamazlar ruyalarinda birbirlerini...

eskilerden - I

ellerimden bulaştı yüzüme kan korkma. hem acımıyor ki hiç! zor sanırdım öldürmeyi. o kadar zor değilmiş. parmaklarını kalbine batırmak yeterli. şu kan kötü işte sadece. ılık, ıslak, yapış yapış.. korkma ama yüzümde yara yok. görünen hiç bir yerimde yok yara. elimden bulaştı onlar sadece.

ne çok çözüm denedim ellerimden kan damlamadan önce. bunun sona kalması çaresizlikten değil. bilemezlikten.. ölümle çareyi bir araya getirmenin ironisinden. beyin duruyor herhalde bazen. görmüyorsun gözünün önünde duran imkanı.

arafta asılı kalmış bir sarkaç gibi gidip geliyorsun sadece bazen. gittiğini sanıyorsun. ilerlediğini, büyüdüğünü. oysa sadece...

dört bir yandaki bütün sınırları kaldırabildiğini, kendinden yeni bir sen yarattığını sanıyorsun bazen. bazen gerçekten o sınırları aşıyorsun da. ama olmuyor işte.

duvarlar örüyorsun bazen kendine. hiç penceresi olmayan, ses geçirmeyen.

bazen de içini öldürüyorsun böyle. ama öyle işin kolayına kaçmadan.. içindeki çocuğu öldürmek değil bu. basbayağı içini öldürüyorsun. ellerinden kan damlıyor. korkma diyorsun, korkma yüzümde bir şey yok.