29.11.10

Her Neyse

tehlikeli sulardayım yine. kendime kızdığım, kızdıkça umudumu tükettiğim.

böyle umutsuzluğu aşk acısı çekenler yaşar sanıyordum. kim bilir belki de kendime olan aşkımın yalan olduğunu anlıyorum otuz yaşında...

my husband makes movies

my husband makes movies
to make them he lives a kind of dream
in which his actions aren't always what they seem
he may be on to some unique romantic theme

some men run banks some rule the world
some earn their living baking bread
my husband, he goes a little crazy
making movies instead

my husband spins fantasies
he lives them and gives them to you all
like Michelangelo he paints his private dome
but can't distinguish what's his work and what's his home.

some men sell stocks some men punch clocks
some leap where others fear to tread
my husband as author and director
makes up stories in his head

Guido Contini, Luisa Contini
number one genius and number one fan
Guido Contini, Luisa Contini
passionate woman in love with this man

long ago
many years ago
once we two were

Guido Contini Luisa his lover
actress with dreams and a life for her own
then we had no end of worlds to discover
singing together all night on the phone

long ago
someone else ago

long ago
someone else ago
how he needs me so
and he'll be the last to know it

my husband makes movies
to make them he makes himself obsessed
he works for weeks on end without a bit of rest
no other way can he achieve his level best

some men read books some shine their shoes
some retire early some stay up to dream and muse
my husband only rarely comes to bed
my husband makes movies instead

my husband makes movies

28.11.10

Nine



Long ago... Someone else ago... How he needs me so... And he'll be the last to know it...

25.11.10

Bugünlerde kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum. Buraya gelirken tek şartım vardı (hakkım var mıydı buna ayrı bir muamma): İstediğimde gidebilmek. İstiyorum ve hatta gitmem gerekiyor ama elim kolum bağlı oturuyorum...


Ot bir hayat. Evet film izlemek çok eğlenceli, sabahları erken kalkmak zorunda olmamak da, sorumluluklarımın hafiflemesi de. Peki, nereye kadar?

Özgürlüğün bittiği yerdeyim ve bu sebeple yukarıda saydıklarımın hiçbir anlamı yok.

20.10.10

these days...

gün yaklaştıkça içimdeki garip heyecan yerini hüzne bırakıyor. elimde değil. bir süredir gittikçe uzayan gecelerdeyim. uyku girmiyor gözüme. zihnim bomboş sanıyorum ama değil aslında. bunca şeyin altından nasıl kalkacağımı, yeni bir hayata yeniden tutunup tutunamayacağımı sorup duruyorum kendi kendime sessizce. bir yanım evet diyor, düşmezsin sen asla düşmedin ki... diğer yanımsa aslında hiç ayağa kalkmadığımı söylüyor. bense sonu hiç gelmeyecek bir tenis maçı izler gibi, bir sağa bir sola dönüyorum küçük bir işaret, bir ipucu için...

çaresiz hissediyorum çokça.

19.10.10

bir devir daha bitiyor hayatımda. taşınıyorum. aslında taşınmak denmez buna. evimi boşaltıyorum. yıllarca burada kalabilirdim ama böylesi belki de daha iyi. sıfırdan başlanan bir hayat. yeni bir ev, yeni bir iş... daha ne isteyeceğim ki. gayet umut verici bence...

hayallerime yazıyorum.

24.9.10

Sur

Islak ve ıssız bir gecenin sonuna yakın alacakaranlığa beş kala saatlerde, takırdayan yüksek ökçelerin sesleri geliyor bir yerlerden. Daha ıssız ve dar bir sokağa yöneliyorum daha uzağa kaçmak istercesine. Ellerim ceplerimde, içimde bir ürperti, ökçelerin sesleri iyice uzaklaştı. Kendi seslerimle başbaşayım; ne gürültü ama. Sokak, döndükçe, üzerime geliyor. Soğuk ferahlatsa da can sıkıcı olmaya başlıyor. Ha gayret diyerek devam ediyorum yoluma. Birkaç travesti çıkıyor karşıma ama ne onlar beni görecek haldeler ne de ben onlardan korkacak kadar uzun bakıyorum yüzlerindeki çizgilere. Sessizliğin içinden tanıdık bir melodi çalınıyor kulaklarıma. 'Sur' bu diyorum yaklaştıkça. Yıllar var duyurmuyorum bu notaları, bir o kadar aşina hâlbuki. Nereden geldiğini anlamaya çalışarak kulak kabartıyor, gözlerimi pencerelere çeviriyorum. Titrek bir ışık çarpıyor gözüme izbe bir binanın 4. katında. Yüksek ve geniş apartman kapısı davet edercesine içeri, aralanmış bana bakıyor. Bir süre bakakalıp, hiçliğin ortasında olabilecek tüm 'hiç'leri umursamıyorum ve O'nun dünyasına ilk adımımı atıyorum. İçeri girer gitmez kapının aralığından sızan başkaları olduğunu da görüyorum. İkisi birbirine adeta sarılmış uyuyan en az beş altı kedi, kendilerini rahatsız ettiğimden olacak kısık gözlerini aralayıp bakıyorlar. Tehlike var mı diye biraz bekledikten sonra uykunun ağırlığıyla yoğrulmaya devam edip ilgilenmiyorlar benimle. Audrey Hepburn filmlerinde gördüğüm telden iki kapısı olan eski asansörlerden var ama cesaret edemiyorum kullanmaya ve sessizliği bozmaya. Merdivenlere yönelmeden aradığım ışık sonuçsuz kalınca, çakmağımı kullanarak devam ediyorum üst katlara doğru. Bir yandan dinleyen kişiyi hayal ederken anlamsızca, bir yandan geçmiş canlanıyor gözümde. Rutubet kokusu her yeri sarmış boşlukta ilerlerken kesif bir sidik kokusu burnumu yakmaya başlıyor. Çıt çıkmıyor kendini tekrarlayıp duran 'Sur' dışında. Çakmağım elimi yakmaya başladı ve yoruldum ama ısrarlıyım. Neden ve neye bu ısrar bilmiyorum. Gidip kapıyı çalsam gecenin ya da sabahın bu saatinde muhtemelen ya korkup kapıyı açmayacaklar ya da polis çağıracaklar diyorum. Dördüncü kata çıkınca önce birkaç saniye soluklanıyorum kapının önünde. Astor'un sesi hala aynı derinlikte ve arzuyla çınlıyor kulaklarımda. Biraz ısınmak istiyorum, ceplerimi yokluyorum. Konyak şişesinin dibinde kalan son yudumu içiyorum ama yeterli olmayacağı besbelli. Mantomu üzerime iyice sarıp kapının yanındaki merdivenlere oturup bir sigara yakıyorum karanlığın ortasında. Her nefes çekişimle çıtırdayarak körüklenen ateş belli belirsiz bir aydınlık yaratıp kayboluyor yeniden. Ciddi ayaz var ilk kar düştü düşecek. Duvara yaslanıp müziğe veriyorum kendimi. Bir sigara daha yakarken bir tıkırtıyla irkiliyorum. Hafif bir ışık yüzünü gösteriyor ve kapı aralanıyor. Karanlıktan kısılmış gözlerim aydınlığın içindeki, yüzü seçemiyor. Birkaç saniye bana bakıp içeri giriyor yeniden ama kapıyı kapatmadan. Hafif bir korku dalgasıyla biraz daha üşüyorum, içeriye girmeli miyim diye düşünürken. Çekinerek ayağa kalkıp kapı aralığından içeriyi ve içerdekileri görmek istiyorum. Vazgeçip çıkıp gitmek istiyorum ama öyle buğulu ki her şey kararsızlığımla öylece kalakalıyorum sesini duyana kadar.
- Üşümüşsün haydi gel bir şeyler içersin.
Sesinden anlayamıyorum kadın mı erkek mi içerideki ve ne kadar tehlikeli... İçeriye girip kapının önünde öylece dikiliyorum. Ne işim var benim burada?
- Kapat kapıyı çocuk çok soğuk, diyor. Sarı siyah ışıklarla aydınlanmış uzun ve geniş bir koridorda ilerliyorum hala biraz çekinerek. Duvarda ışıkla aynı renk eski fotoğraflar, birkaç küçük tablo, sararmış eski bir duvar kâğıdı üzerinde asılı duruyor; asırlardır buradayız biz dercesine. İlerliyorum oturma odasına doğru. Sırtı bana dönük oturuyor koltuğunda, dışarıya bakıyor sigarasının dumanı aralandıkça. Odada iki berjer koltuk, eski bir camlı büfe ve odanın diğer ucunda pirinç başlıklı bir yatak, tek kişilik, dağınık. Koltuklardan birinin üzeri her halinden yıllardır orada durduğu belli bir örtü serili. Beyazmış herhalde diyorum, kaç senedir orada acaba? Meraklı ve acılı bakışlarla dikilip kalıyorum kapının eşiğinde. Neredeyim be, niye geldim ki buralara aptal bir şarkı uğruna?
- Otur şuraya, kanyak var içer misin?
Oturuyorum tozlu örtünün bir kenarına ilişerek. Bir iki hamleyle kalktığı koltuğundan uzanarak büfeden aldığı kesme kristal puslu bir bardağı alıp koyuyor koltukların arasında duran mermer sehpaya. Kırılacak sanıyorum sesin şiddetinden. Koltuğunun yanında yerde duran şişesinden dolduruyor bardağımı. Uzatıyor titreyen elleriyle. Bir kadının elleri bunlar.
- İç. Diyor boğazının derinlerinden gelen tarazlı sesiyle.
Yüzümdeki çizgilerle teşekkür etmeye çalışıyorum belli belirsiz. Konuşamıyorum. Sanki düğümlendi kaldı tüm kelimeler boğazımda, gelemiyorlar dilimin ucuna kadar. İki elimle kavrayıp bardağı üşümekten titremiş dudaklarıma değdiriyorum. Bir an evvel içip, kalkıp gitmeli buradan. Ne yapıyorum burada… İki yudumda bitirip konyağımı kalkıyorum kaçar adımlarla iniyorum karanlık merdivenlerden aşağıya. Duvara dayadığım omzumu ellerimi bile düşünemiyorum. Apartmandan çıkıp sokağın köşesini dönene kadar arkama bakamıyorum. Neden korktum ki böyle. İhtiyar bir kadın ne yapabilir ki bana? En azından teşekkür edemez miydim daveti, ikramı için. Çok kızıyorum kendime ama geri dönüp söyleyecek de değilim bunları. Koşarak sokağı dönene kadar aklımda kadının elleri ve duvarda asılı fotoğrafları yanıp sönüyor. Burnumda hala o kesif koku, sanki apartmandan çıkıp tüm sokağa yayılmış. Kurtulamıyorum aklımdaki fotoğraflardan. Yavaşlayıp duruyorum, soluklanmam gerek. Ben de genç değilim ki artık. Yarım asırlık olalı seneler geçmiş. Kaldırımda oturmuş kendimi dinlerken anlıyorum, kalkıp gidebilirim artık. Bir sigara daha yakıyorum ateşi bu soğukta beni ısıtabilirmiş gibi çekiyorum içime. Sahile doğru inen yokuşta karşımdan doğan güneş karşılıyor beni. İlk vapura yanaşıyor iskeleye…

31.8.10

Madem ki kendim için bir şeyler yapmam gerekiyor ve madem ki içimde biriktiriyorum her şeyi ve kiminle derdim varsa anlatmalıyım. İşte geliyor...

Yaptığım ne olursa olsun ve seni nasıl etkilemiş olursa olsun, spesifik olarak bu olayda beni yalnızlıkla cezalandırman oldukça çelişkili bana göre. Elbette hayatta kendimizden önemli ve değerli kimse yok ve olamaz ancak; benim olup olmamam demek ki senin için hiçbir şey ifade etmiyor ki yüzüme bakmadığın gibi beni merak bile etmiyorsun. Ben işte bu noktada arkadaşlığımızı sorgulamaya başlıyorum. Benim sana yaptığım her şekilde cezalandırılabilir ama yalnızlıkla asla.

Sana bu yüzden kızgınım ve daha fazla da kırgınım.


23.8.10

değerli olduğumuzu nasıl hissederiz? birinin bizi sevmesiyle mi yoksa başarıyla mı? yoksa zaten değerliyiz ve yalnızca bunun farkına varmayı mı bekliyoruz?

31.7.10


belki de sonbahar olmalı asıl sevdiğim, yaz beni hiç sevmedi diğer sevdiklerim gibi...


22.7.10




yine yeni yeniden aklımda, rüyamda, her şeydesin. hayır sevmiyorum. gözlerimden kaçtığında anladım çoktan bitmişti. peki nedir, nedendir... kim verebilir ki bunun cevabını yine senden başka? merak ettiğim her şeyin cevabı hep sende değil miydi?

kendime benzettim yanışlarını
yönsüz yolsuz kanat çırpışlarını
eğilmeden güneşe özgür kalışlarını
bir mevsimlik hayat buluşlarını

20.7.10

apansız uyanırsan gecenin bir yerinde bil ki...

29.6.10

Hayat akıp gidiyorken herkes zaman zaman durup şöyle bir nerede durduğuna ve arkasına bakar. Geride kalanlardan değilse de şu anda olduğumuz noktada mutlu olup olmadığımızdır önemli olan. Ne kadar iyi ya da kötü bir geçmişiniz olsa da geleceğe nasıl baktığınız, kendinizi nerede gördüğünüz de bir o kadar önemlidir.

Ben bulunduğum noktadan mutlu değilim, çünkü hiçbir yerde durmadığımın farkındayım. Öylece savruluyorum belirsizlikler içerisinde. Şimdi yakınıp durmak değil yeniden başlama zamanı biliyorum ama bunu da erteliyorum. Nereye kadar?

Dönüşü olmayan yere kadar mı? Niye?

10.6.10

aşk, kariyer, sağlık, para... hangisi hayatımızda gerçekten ilk sırada yer alıyor emin miyiz?



24.5.10

belki sürünecek belki yeniden kalkacağım olduğum yerde ya da bir başkasında. ne olacağını ve olacağımı bilmediğim zamanlarda amaçsızca düşünce sellerinde yok olup olup tekrar kendimi bulmayı umuyorum. yalnızca umabiliyorum zaten. öylesi karanlık her yanım. öylesi hiçlikteyim. güneş bile çizgilendirmiyor yüzümü.

elbette güleceğim yeniden, gerçekten komik bir şey olduğunda. peki gülebilmek mutluluk mu dersen... değil elbet. elde değil. bende de değil...

28.3.10

yıllarca yokluğunu hissetmenin getirdiği eksiklikle öyle yanlış yerlerde arıyorum ki sevgiyi ve hala... yorgun düşüyorum her defasında imkansıza karşıdan bakarken. belki de sevgileri karıştırıyorum. arkadaş, sevgili, abi, baba... hangisi nasıl sevilir hiç öğrenemedim belki de. keşke yazılı kuralları olsaydı bunların da. birkaç evet hayır sorusuyla anlayabilseydim ne hissettiğimi.

kim demiş hayatta keşke yoktur diye, basbayağı var işte. gözüne gözüne giriyor adamın.

25.3.10

what if god is one of us?

Düşündüm taşındım... Baktım bu iş böyle gitmez... Madem öyle "dur!"demenin vakti gelmiştir diyip ayaklandım hemen. Tabi ki güneş arkamda.. Bunu bilmesem hayatta kılımı kıpırdatmazdım, bilen bilir...

Yanıma kalan yine ve hep "ben" olduğuma göre; kendimi bu bataktan kurtaracak olan da yine benim. Bunu bilmiyor muydum daha önce? Aptal mı zannettin beni tabi ki biliyordum, yalnızca hatırlatıyorum kendime.

Ne diyordum.... dım dırı dım dırı dımmm .... what if god is one of us?

22.3.10


wish i could knew less...

19.3.10

bilmemem gereken şeyler öğrendim; görmem gerekenleri gördüm. şimdi ağırlığını hissediyorum üzerimde. aslında bunu saklamak değil zor gelen. Benim yerime bir başkasının olması. kıskanıyorum evet.

ona bir nefes kadar yakın olup, yıldızlar kadar uzakken; bir başkasının ki özellikle onun da aynı mesafede olduğunu düşünürken... kıskanıyorum evet.

zaten umudum yokken hayallerimi aldı elimden bildiklerim. görmemiş gibi yapamam ben. hayallerim hiç yokmuş gibi unutup arkamı dönemem. kırgınım evet.

17.3.10

kalbim bir küçük kız çocuğu yanında
sen kaf dağının ötesinde

28.2.10

imkansız

çok geç kalmışım sana
sense çok erken çıkmışsın yola
bensiz
şimdi başka ellerlesin
gözlerin onlarla
sözlerin, gülüşün...

çok geç kalmışım sana
bu beden çürüse ve
yetişebilsem sana
ya da zamanı geri alıp
yetişebilsem sen evet demeden...

çok geç kalmışım çok
öyle ki imkansız artık seni sevmem
yasak, ayıp...
aşk imkansız

25.1.10

kendimi rintintin gibi hissediyorum. kendimi bir yere ait sanıyor ama sadece aptal durumuna düşürüyormuşum meğerse. meğerse O'ndan başkası değilmiş benim oraya ait olduğumu düşünen, düşündürten. boşuna değer vermiyorum biliyorum ama geri kalanı olmadan bir anlamı olacak mı ki?

8.1.10

Bahar - Kırık Kalpler Durağında - Yalvaramam - Git - Kader