31.7.24

sahibine aittir o

Bardağın dolu tarafı dolu, boş tarafı sen nasıl görürsen öyledir dememişler; ben öyle diyorum.

Bu konuyu özellikle ikili ve özel ilişkiler tarafından ele almayı insanlığa bir borç bilirim!!! 

Tabi 7 koca eskitmedim ama en az o sayıda sevgilimi ellerimde evlendirmek üzere davet edildim ve birkaçına katılıp göbek bile attım. Öyle de iyi bir eğitmen şefim. Mise en plus (mizenplas okunur) hazırlar bırakırım, gelen de yemeği ben yaptım zanneder - çok mütevazıyımdır. O restoranı ben açtım, menüyü ben hazırladım canım, hiiiç de hesap ödeyemem! Mesele bu değil elbette, skor tutmuyor, peşlerine düşmüyorum. Kimsenin bağında gözüm yok çok şükür!

Mesele, sevginin bittiği yerde saygının kalması. Neden bu kadar zor ki "bizden olmadı ama çok mutlu ol, yolun açık olsun" demek, diyebilmek. Ego meselesi mi acaba bu? Yani beceremedik biz bu işi demek, gerçekten becerememek ya da bu hayatta başarısızlık mı? Bu durumda birinci sınıftayım ben arkadaş ama zaman zaman en çok da ben eğleniyorum umursamadığım için bilesin. 

Öncelikle kendine saygısızlık değil mi gidenin ardından söylediğin o kötü sözler? Yani sen seçmedin içine mi attılar ilişkinin anlamıyorum ki. Bu sözlerim her iki cinse de. Azıcık kendinize, yaşadığınız zamana, emeğinize saygınız olsun. 

Evet.



Burası Ciddi Bir Müessese

İzlediğim bir video üzerine yazmak ve biraz ciddi olmak istedim. 

Bir insana kendisinden daha güzel hediye verebilir misiniz? Ben düşündüm ama bulamadım.

Kendinizden başka demiyorum bakın megalomanlığın alemi yok. Bile isteye ve altını çize çize diyorum "kendisinden". 

Çeyrek hayatını kim olduğu itinayla unutarak, unutturularak geçiren birine; çocukluğunu, gençliğini, neşesini, hissettiklerini, kalbinin atışını hediye edebilir misiniz? Tıpta buna re-animasyon, cpr, suni teneffüs filan diyorlar. Desinler. Bunun benim kitabımda adı, hayata döndürmektir, yaşadığını hatırlatmaktır, can vermektir işte. 

Pinokyo gibi, Artificial Intelligence filmindeki robot çocuk gibi... Araftan dönmek, kış uykusundan uyanmak gibi. Üstelik böyle olduğunun farkında bile değilken. Üstelik hediye eden kendisi olmak dışında bir çaba harcamazken. 

Bu kez güldürmedi ama çok düşündürdü. 


Toz

Artık yurt odası samimiyetinden, kendi odalarımıza çekilme lüksüne sahip olduğumuz o fareli köyün deniz manzaralı evinde geçirdiğimiz aylar içerisinde, beyaz kireç boyalı duvarlara nakşettiğim mavi rüyalarım hala duruyor mu merak ederim bugün bile.

 

Yüzünü bile görmediğim bir internet aşkımın derdine içtiğim bir şişe yürüyen John'un üzerine, uykumda yerden yükselmiş olacağım ki tamamı masmavi bir rüya ile uyanmış ve sürekli "sevişin öyle gelin" diye öğütler veren Sir Psikoloji'nin önerisine uyarak, ta o zamanlarda rüyalarımı da yazmaya başlamıştım. Tabi bir litre viskinin üstüne kafa beton gibi uyanınca da gözümü açtığımda ilk gördüğüm duvara yazmıştım paralel evrenden hatıratımı. Bu duvar yazılarının başımıza geleceklere etkisi olmuş muydu hiçbir zaman öğrenemeyecektik. 

 

Ada küçük yer tabi, eşyalı tuttuğumuz ve 80'ler Türk filmlerini andıran evimizin sahibi bir gün evini denetlemek, ay pardon bi' çayımızı içmek istedi. Yok artık! diyecek lüksümüz de olmadığından hay hay dedik, başımızla beraber!

 

Tabi hemen başladık evi bal dök yala formuna sokmaya çalışmaya. Zaten öyle pislik içinde yaşamıyorduk mamafih ev sahibine görücüye çıkmak diye de bir gerçekle karşı karşıyaydık.

 

O gün gelip çattığında, belki de bir İskandinav koltuğun yanındaki ince tahta parçasının üstündeki toz zerrecikleri sebebiyle evimizden olabileceğimizi biz de bilmiyorduk. Tabi bunun sebebi tozdan ziyade, kadın kaynana stili parmağıyla toz kontrolü yaparken sinsice yaklaşıp üzerine zıplayacak gibi bakışımın da etkisi olabilir. Diplomasi 101 almam gerektiğine ev arkadaşım ve ben tam da o zaman kanaat getirmiş idik. Ben tabi ki "yav he hee..." diyordum ama besbelli ki çok lazımdı. 

 

Henüz ilk evsiz kalışımızdı, hala da keyfimiz yerindeydi. Hemen ardımızdaki iki katlı evin, besbekâr olduğu durup durup parmaklarına üflemesinden belli oğlu Aşık'ın, yeni ev sahibimiz olacağından henüz kimsenin ve tabi ki bizim de haberimiz yoktu. 

 

Di'li geçmiş sevgiler! 


Şans

Ada günlerinden dem vurunca, ne uzun zamandır düşünmediğimi fark ettim. Düşünme eyleminde hala detaycı ve başarılıyım; oraları, o zamanları düşünmemişim. Uçsuz bucaksız, yedi dalgalı sahilleri, kıyıya ulaştığı yerdeki rengarenk çiçekleri, sabah serinliğinde esen yaseminleri, gemi konaklarını ve gerçekten o şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarabildiğimizi !

Gençlik dedikleri, gerçekten de düşünmeden yaşadığın, günün anın tadını çıkarırken aklında dünyanın en önemli gibi görünen aşk acılarını düşündüğün yıllardan ibaret çoğu zaman. Tam da bu yüzden pek çoğu geri dönüp bu akılla o yaşı yaşamak istiyor herhalde. 

Ben mesela, düşün şimdikinden bile daha bilmiş ve ukala ve dünyanın sırrını çözmüş, çok kadın filan sanıyordum kendimi. Çocuktuk ulan! 20'li yaşlarının başında büyük acılar yaşamamış herkes kadar çocuk. Böyle yıllarda arkadaşlar çok önemli oluyor işte hayatında. Dünya değerlerinden, espri anlayışına kadar her şey tam da o arkadaşlarla gelişiyor iyi ya da kötü yönde. 

Tam da böyle bir çağda, ömürlük bir dostluk kurabilme şansına sahip olduğumu o zamanlarda tabi tahmin bile edemezdim. Zira o yıllarda hep ne kadar şanssız ve bahtsız olduğumdan bahseder dururdum. Değer de bilinmiyor tabi, başlarda kavaklar yellenirken! İşte o dostluk sayesinde harika yıllar geçirdik adada. Önümüze gelene 1000 tekme atıyor ve yüzlerine gülüyorduk. Herkes ve her şey eğlence konusuydu bizim için. Önceleri "şuna baaakkk"lar ile başlayan yüzlerine karşı arkalarından yaptığımız gıybetler, sonrasına yerini artık konuşmamıza hatta yer yer bakışmamıza bile gerek bırakmayan bir işbirliğine dönüştü. İyi ki be!!! İnsanın hayatında böyle insanlar milyonda bir çıkar diyordum ki iki de olabiliyormuş, şanslı bir varlıkmışım... Bu baaammbaşka bir konu belki sonraki sayfalarda bunu da yazarım. 

Bayilerinizden isteyiniz!

Sayfayı çevir cnm.

Her Şeyin Teorisi

Sene 1999.. Bazılarınız henüz doğmamıştı ve biz iki buçuktan üç kişiydik, dört tarafı denizlerle çevrili bir kara parçasında. Bedirhan, Nazlıcan, Suphi. Yok yok onlar başka şarkının başrolünde oynuyorlardı. Bizse o yıllarda belli daha kim olduğumuzu o kadar da bilmiyorduk. Bugün geriye bakınca izlediğimiz şuursuzluktan anladığım budur!

Eski ve genelevden hallice bir sahil kasabası otelinden devşirilen, leb-i derya ve havuz başılı kız yurdumuzda ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Sanki çevremizdeki herkesle dalga geçmek ve hayatı herkesten daha ciddiye alan, belki biraz da üsttenci bir tavırla hanımağa gibi takıldığımız o günler. Bugün hala suç ortağım olan şahsına münhasır kardeşimle tam da o gün buluştuk. Tanıştık diyemiyorum zira bence zaten tanışıyorduk ki olaylar böyle gelişti - off nasıl merak uyandırıcı giriş, buradan yürürüm ben

Şimdi o kız yurdundan bahsedip de, tüy siklet ve kavruk fedaimiz Daneerr'den - Taner yazılır böyle okunur - bahsetmemek olmaz. Adını asla hatırlamadığım Samsun'lu bir kıza yanıklığı ile kavrukluğunu diri tutan namus bekçimizi sonraki günlerde bir yıldırım düşmesi sonucu yanacak olan iğde ağacında az sallandırmadık - Canımız çok çekti Taner, noolur Taner diyerek. Yine ağacın tepesinde iğde toplamaya çalışıp bir yandan odaların camlarına doğru göz seğirtirken, sebebini asla tam hatırlayamadığımız, üstelik ayık bir gecede kızlardan birinin sütyenini camdan sallarken görmüş, sanıyorum ki hipnotize olmuş ve adeta ağaçtan mermer zemine boy vermişti zavallıcık. Neresinden baksan 360 derece acımasızlık. 

Karışık kaset doldurmak için taksiyle git gel iki saat harcadığımız günler bunlar. Kaseti de öyle gidip ferah feza doldurtamıyoruz. Bakla kadar kasetçinin bezelye kadar asma katına çıkıyoruz iki arkadaş, istediğimiz şarkıların olduğu kasetleri bulup, kasetçi ağabeye veriyoruz ki bize istediğimiz mix'i hazırlasın. Amaç da şu, sofra kuralım içerken dinleyelim. Yok tabi o zaman yuutub'lar spotifay'lar filan. E herkes gibi çıkıp her gece barda gönlüm hovarda da diyemiyoruz, durumsuzluktan yaratıcılığa eviriyoruz elimizdeki imkanları. 25 yıl sonra bugün bile o listelerin bir kısmı hafızalarda, bir şarkı bitince zihnimizde kasedin arka yüzünü çeviriyoruz. 

Gel zaman git zaman yurt odasında denize nazır yer sofralarından ve yurt kirasından gına geldiğinden olacak "eve çıkmak" neyse ona karar verildi, derlenildi, toparlanıldı, pek yakında çok da güzel bir ev bulundu. Yine denize nazır, müstakil, bahçeli filan bir ev. Havamız bin-beş-yüz. Oralarda evler de eşyalı olduğu kadar, bizimki gibi lambrili, şömineli filan da olabiliyor. Bir odadan robdöşambrı ve elinde viskisi ile Nuri Alço 'kızlar hoşgeldiniz' diye çıksa şaşırmazsın öyle bir havası var salonun. 

Evde ilk akşamımız, okul çıkışı girmişiz, temizlik yapmak lazım. Ansızın farkettik ki, temizleyebilmek için önceki evdeki rahmetli ezik dostumuz Jerry'den kurtulmamız gerekiyor. Biz fırının arkasından çıkarıyoruz o koltuğun altına kaçıyor derken evde Tom gibi kovalıyoruz miniği. Bir anda fırlayıp temizlik için rulo yaptığımız halının içine kaçtı kerata. Haaahh dedik! Tamam! Bir ucuna naylon geçirdiğimiz halının diğer ucunu ben tutuyorum, diğerimiz de halının üstünde tepiniyor. Tepiniyor ama düşünemiyoruz o anda, ezilince halıdan temizlemek var bir de... Bizim jeton düştüğünde, minik ruhunu teslim etmiş miydi emin değiliz zira içinden hala çıkmadığına hala emin olduğumuz bir anda halı ile birlikte karga tulumba bahçeye attık ve bir daha kendisinden haber alamadık. Haber alamadığımıza pek sevindiğimiz bir minik olarak da bunca yıl sonra bile hatırımızda kendisi. Sormadık, selam beklemiyoruz ! 

Eve girişimiz gibi bir de şutlanışımız var ama orası ayrı hikaye! Benim için Diplomasi 101 dersini bu kadar hafif geçiştiremeyeceğim. 

Uzun bıyıklarınızdan öper, kulaklarınıza üflerim 🐭



30.7.24

O kadar sevdim ki resmini

Yok yok yine öyle sanılsın diye başlık attım. Yine ekmek yok sana sevgili romantik!

Yıllardan bir yıl, günlerden bir gün oturdum bilgisayarın başına iş hasebi ile vesikalık fotoğraf seçmeye çalışıyorum. Telefon çaldı, araya bir dünya iş girdi derken gözüm daldı gitti fotoğraflardan birine. Büyükbaş tren misali öööyle mükemmel bir ikili olduk bakışıyoruz. Kararlıyım, o bir şey demedikçe tek kelime etmeyeceğim ki bunu bile düşünmüyorum; basbayağı gözüm daldı işte!

Bazen olur öyle dalıp gider, gezer dönerim bir yerlerde; döndüğümde saate de bakarım ama başladığım zamanı bilmez kaybolurum. Aradan kaç dakika ya da saniye geçti hiç bilmiyorum yine. Kendime geldiğimde ya da belki kendime geldiğimi gördüğüm hayalimde, fotoğraf benimle konuşmaya başladı! Anlatıyor da anlatıyor. Dudaklarına bakıyorum hareket yok, gözlerine bakıyorum ağzı oynuyor. Bir gülüyor bir hüzünleniyor. Aslında Mona Lisa gibi mübarek. Ne gülüyor ne somurtuyor. Ne öyle bakıyor, ne bunu demek istiyor tadında dümdüz bir vesikalık işte. Hayır yani teknik olarak konuşamaması gerek ama bilime mi inanayım gördüğüme mi? 

Derken bir şenlik başladı. O konuşuyor ben cevap veriyorum ama ne desem susturuyor beni. Yok yani kaç kişi beni susturabilmiş şu hayatta, kaç kişiye "peki nasıl istersen" demişim. Nasıl eyvallah ederim elin 5x5 fotoğrafına!!! Dedim valla, oturdum dinledim. Öyle güzel anlatıyor ki merak da ediyorum ardı sıra ne gelecek diye. Özel konular bunlar detaya giremeyeceğim...! Kimbilir ne kadar dinledim öylece gözlerimi bile kırpmadan. 

Sonra... Farkettim ki hayal görmüyorum; gayet de kendimdeyim ve gerçekten de duyuyorum sesini. Hani çok sevdiğiniz birinin yazdıklarını okurken, onun sesiyle ve tonlamasıyla okursunuz ya tam da öyle duyuyorum. Tam da bu noktada kendime de getirmek isterim konuyu; umarım sen de benim sesimle okuyacak kadar tanıyorsundur beni. 

Dakikalardır bir fotoğrafı dinleyen, kah gülen kah hüzünlenen ve dahi cevap veren ben birdenbire ürpererek ayağa fırladım ve hızlı adımlarla uzaklaştım olduğum yerden. Şimdi tekrar o fotoğrafı açıp bakmak istiyorum ama aklımdan geçenleri de biliyorsa onları da çürütmeye çalışır diye yüz vermiyorum. Bayramda açar bir hatırını sorarım artık. 

Hayır, doktoruma bu konudan bahsetmek istemiyorum. 

O Zaman Dans

Bazı sabahlar, hele ki günün ilk ışıkları ile uyandırsam, dans ederek giderim işe. Size bunu sadece bazen göstermeyi seçerim ama içim kıpır kıpır anlamlı anlamsız neşe saçarım. En çok da bu halimi severim. Sadece ben mutlu hissettiğim için değil, yüzünü güldürebildiğim, bazen sen farkında bile olmadan pozitif bir tohumu yüreğine ektiğim için olur bu. 

Bak valla seviyorum neşemi paylaşmayı. Kendime yetip artıyor, napayım fazlasını altına, borsaya mı yatırayım? O sürekli mal varlığından bahseden tiplerden mi olayım? Allah yazdıysa bozsun. Çok şükür rafine zevklerim var. Hep belgesel, caz, arabesk!

Şu hayatta daldan dala bir playlist gibi olmanın nesi kötü ki? Sabah neşemi, öğlen sarı sıcak bir caz parçaya bırakırken, öğleden sonra yeni duyduğun bir fantazi şarkıyı 40 kez peş peşe dinliyorum. Gökkuşağı gibi yaşamak varken, kendimi kalıplara sokmaktan, olmadığım gibi görünmeye çalışmaktan, sevmediğime gülümsemekten hiiiç haz etmem, edeni de sevmem. İçimdeki insan sevgisinin hayranıyım cânım okurum, evet kesin seni de çok seviyorum; kıps!

Dedim ya dans ediyorum bazı günler ama görmüyorsun. Görmüyorsun zira tüm günümü izole bir alanda geçirdiğim için, kalkıp dans ettiğimde, sadece kapının sensörüne kendini gösterip içeri sızan at sineği ile karşılaşıyoruz. O da ya çok umursamıyor ya da benden daha kıvrak olduğu için bakıp "ne biçimm" diye dudak büküp vızıldıyor. Bu çook ağır başlı duruşumu da kendisinden başkasına göstermeye hiç mi hiç niyetim yok. Çünkü neden imaj her şeydir! 

Tam da şu anda bana söylenmen, şikayet etmen gerekiyor okurcuğum. Hani nerede kaldı olmadığın gibi görünmemek!!! diye yüzüme vurman gerekiyor birkaç paragraf yukarıda yazdıklarımı. Ancak atladığın bir şey var; sevmemekle yapmak zorunda olmak arasında da gayet de gözle görünür bir çizgi var. 

Çok da şey etmeyin, hadi bakalım. 

 

Bacılar, Kadınlar, Romalılar !!!!

Bugün organik bir kadınla karşılaşmak; iyi bir heteroseksüel erkekle karşılaşmaktan bile nadir bir doğa olayına dönüştü. Kendilerinden "iyi mal" olarak bahsetmişim gibi oldu, o iyi yürekli, nazik, sakin, vicdanlı centilmenleri kastediyorum aslında ama bir tarz oturtmaya çalışıyorum burada, anlayışlı olmaya devam edin lütfen. 

Geçenlerde bir arkadaşımın güzellik iğneleri esnasında, doktorunun yüzümdeki her bir çizgiyi ayrı ayrı gömüşü! ile tıp camiasında bile kabul görmeyen bir buruşma seviyesinde olduğum, yüzüme adeta bir tokat gibi çarpacaktı ki... doktora "ben aynada gördüğüm beni seviyorum" diye laf sokarken buldum kendimi. Tabi ki aklıma ilk geleni söylemedim. Ne olursa olsun yeni tanıştığım bir doktora "sen bu iğleneri al kendi selülitli neticene batır belki orayla muhatap olsam daha mantıklı konuşurdu" demedim, diyemedim, incinirdi! Neticede aile terbiyesi almış, pek hanımefendi bir insanım - en azından gerekli gördüğüm her durumda hanımefendi olabiliyorum; gülmeyin !! 

Güzellik algısının üzerine daha da gittiğim bir gün "sen estetikle bile iyi görünemeyeceğini düşünüyorsan biz de mi bir şey yaptırmayalım" denildiğini bile duydu kulaklarım. Belki haklıdır, belki de "kıskanıyorumdurdu bu." Gençlikte kırıcı dökücü oluyor böyle sözler aman diyim, bu olgunlukta ise yüzüne bakıp "o kadar haklısın ki şeyciiim" diyip, 12 adım sonra unutacağım intikam yeminleri ettiriyor ancak. 

Pek muhterem hemcinslerim, sizlere sesleniyorum! Bilesiniz ki tek eleştirim kendinizi sevemediğiniz için sağınızı solunuzu çekiştirtmeniz ve anı yani bugünkü yaşınızı kaçırmanız üzerine değil... 

İyiyiz, hoşuz, çok da güzeliz vs. vs. vs. ama kaprisiniz, kıskançlığınız, tripleriniz, para peşinde yani bir hiç uğruna ucuzlamalarınız, kocanızın canını yakma planlarınız hiç mi hiç çekilmiyor. Bir kadın olarak utanıyorum aynı genellemenin parçası olmaktan. Sütten çıkmış ak kaşık olduğumdan mı?? Yooo... En azından yaparsam bir taşkınlık, kendimi sorguladığım, gerekirse özür dileyebildiğim, her konuda haklı çıkmak ya da istediğim lüks bir ürüne sahip olmak için kendimden, karakterimden, omurgamdan vazgeçmediğim için utanıyorum. Siz de benden utanıyorsunuz, kadın dediğin 34 beden olur, azıcık da kibar olur, erkeklerle bu kadar da arkadaşlık biraz manidar ... gibi saçmalıkları arkamdan bakarken düşünüp konuştuğunuzda. 

Mesele beni ya da birini beğenip beğenmemeniz değil. Kendinizi ama gerçek kendinizi sevebilmeniz ve elinizdeki ile mutlu olmayı bilebilmeniz ya da bu senaryoda bilememeniz. Bunlarla uğraşırken saydam ya da görünmez olmanız. On bin ağaçlık bir çam ormandaki herhangi bir ağaç olmak yerine, oradaki tek kiraz ağacı olmaktan çekinmeniz. Üstelik en çok da kiraz olmaya özenirken belki de. 

Hepinizin içinde dimdik duracak bir yürek, omurga, ciğer varken, ciğeri belki de beş para etmezleri mutlu etmek, onlara iyi görünüp tabirimi mazur görün "kendinizi pazarlamak" için, teknik taktikler, yatırımlar peşinde koşarken, aynı silikon meme ve dudaklarınızla, bilgisayar oyunundan çıkmış elmacık kemikleri ve burunlarınızla sizi birbirinizden ayırt edemeyen bendedir belki de problem. Bazen dokunmaya çalışsam elim boşluğu tutacak gibi hissediyorum yanınızda. Zaten onca yapay dolguya dokunsam da siz hissedemezsiniz. Aksini iddia edenlerinizi de anlayabilirim; belki bir gün, bir evrende, bir ruh halinde. 

Baba oğul ve ulu silikonlar aşkına!

29.7.24

Onlar beni ellemesin!

Nasıl merak uyandırıcı başlık değil mi? Yok be tatlım bu da gol değil, konu çok farklı. 

Bu yaz daha mı güzel parlıyor güneş yoksa ben aşık filan mı oldum acaba? Güneş benim güneşim size ne kardeşim demek çok isterim; ama 40'ından sonra humanist, spiritualist, şeycist, şucist, bucist bir insan olduğum için artık paylaşmaktan yanayım. 

İnsan öğreniyor biliyor musunuz? Sıkıysa öğrenme zaten; hayat nazikçe kulağına fısıldamakla yetinen kibar bir oluşum değil. Azıcık gözünüz açıldıysa bu yaşınıza kadar anlamışsınızdır herhalde. Fısıltı sese, ses çığlığa döner; yok ben malım bunu da anlamam diyenin de kafasına balyozu indirip, anlatmak istediğini gerekirse huniyle kulağından akıtıp yine öğretir. İşte tam o anda da sakinleşiverir dünyanız; sabahın çok erken saatlerinde çarşaf gibi denizi izler gibi rahat ve ılıman bir huzur gelir. Zira istediğini almıştır (ya da vermiştir) hayat. 

Artık yolun doğrusunu gördüğüne göre bir zahmet kıçını kaldırıp yürüme işi de sana düşüyor güzel kardeşim. Hayat bildiğin doğru yolda çaba göstermeni ister. İlk adımı atmanı, seni ilk adımı at diye cesaretlendirenleri takip etmeni, elini taşın altına koymanı, seviyorsan gidip konuşmanı ister! 

"Zaten..." deme o yüzden. Zaten belli işte şöyle olacak, zaten biliyorum gidecek, zaten biliyor sevdiğimi deme! Hareket et be mübarek! Git gözlerinin ta içine bak!

Şimdi gaza gelip telefona da sarılma ama, azıcık da aklını kullanıver. Salaklığın da lüzumu yok, ben sorumluluk kabul etmiyorum mesela bilesin. Kalbin kırılırsa, yapıştırıcı nereye koyduysan oradadır. 

Bundan sonrasını da 40'ımdan önce ne bok olduğumu merak edenler için yazıyorum. Sırasıyla deist, ateist, nihilist, materyalist.. İstanbul'luyum ya "ist"li ne varsa beğendim giydim, yakıştı da zamanında. 

Evet, sonra bir aydınlanma yaşadım. Kediden de sıkıldığımdan, senin tabirinle evde kalıp daraldığımdan da değil. Gözüm kamaştığından biliyorum ne yaşadığımı, hiiiç devirme gözlerini öyle sağa sola. Dalganı geçiyorsan öncelikle umrumda değil, sonra da ya sen uykuyu seviyorsun ya da belki de uyanmaman gerekiyor. Elleşmem, uyu. Yeter ki sen de bana ilişme. 

Saygılar


Bu Bir

Şimdi sevgili okur; malum aldım sazı elime. İtiraf etmeyi tercih edecek olsaydım eğer heyecanlı olduğumu da söylerdim ama yemezler! 
Kadın olmak biraz da kuyruğu dik tutmaktır zaten. Her şeyi başaracak gücüm var, dener yanılır olmadı bir kez daha dener; o da olmazsa bambaşka bir şey denerim demektir. Cânım erkek okur, üstüne alınma, o kavanozları açmak için hala sana çok ihtiyacımız var! Sevilecekse biz severiz, istediğimizi de alırız ! 

İşte tam burada geriye sarılan plak sesi duymanız gerekiyor. Hani filmlerde olur ya; böyle dedi ama aslında neler olmuştu geçişi - boyundan büyük bir hat ettiğini de tam olarak o plağın sesinden anlarız. Hah! İşte tam da oradayız.

İşte böyle yıkılmadan yavşamadan geçen 43 yılın ardından bir de baktım ki evde 3 Kadın 1 Kedi dimdik kuyruklarla oturuyoruz; ay nasıl eğlenceli! 

Bir zamanlar bunun seksi olduğunu söyleyen bir canlıya rastlamıştım; erkek olduğunu iddia ediyordu. Sanırsın evde babydoll'lerle seksi pozlar verip oturuyoruz, kedi de dolunay ayinlerinde bize katılıyor. Tüylü kuyruğu ve kıvrak kalçası ile hayatımıza yön veriyor zekasız! Buraya kadar sıcak basanlar tam da burada buz kalıplarının üstünde kendilerine bir yer bulup aramızdan ayrılabilirler; bizimle deyılsınız! 

Zaten hayatımı anlatmak için de başlamadım ki ben yazmaya diye devam edeyim ki sonra kimse üstüne alınmasın. Alınan, gücenen de olursa haber versin de biraz da ben eğleneyim; çünkü haklı da olabilirsiniz. Kim bilebilir ki ???? 


28.7.24

Nbr Cnm?

Pek çoğumuzun babasının hayrına çalışmadığı sevgili iş yerlerimizde malumunuz oldukça fazla zaman geçiriyoruz ve çok sayıda insanla -evet iddiaları bu yönde- her gün saatlerimizi geçiriyoruz. 
Takıldığım konulardan biri insanların selamlaşma halleri. Neden kimse "günaydın şey hanım" diyemiyor da "günaydın cnm" diye geziyor koridorlarda? Öncelikle hanımefendi; canınız olduğunu bilmiyordum zira öyle olsam kendimden bilirdim ve arkamdan "bu da neyine güveniyor, neyin özgüveniyle estire estire geziyor?" dediğiniz kulağıma hiiiç ulaşmamış olurdu. Merakını gidermeyi bir borç bilirim cnm, elbette götüme güveniyorum; tatmin olduysan yak bir sigara ve uzaklaş. 

Bunların peşinden "günaydın şeyciiimmm" geliyor;  bakın bunlar da eğlenceli. Onlar daha pis dedikoducu ama kendi güvenli gruplarında konuşuyorlar... sanıyorlar ama "şeyciimm" biliyor musun onlar da güvenilir değil bak biliyorum mesela neler dediğini ve hayır kimsenin 007'si ya da Charlie'nin meleği değilim. Konunun tüm muhatapları ile birlikte ne güldük ama buna anlatamam. Ağzımızdan başka yerlerimizle gülerken ilk etapta biz de şaşkınlık içinde kaldık eksik olmayın. İtiraf edeyim, en sevdiğim grup bu şeyciimm'ler. Gençken ben de düşerdim bu çok zekiyim, of nasıl zekiyim sularına. Büyüdüm baktım şimdi gerçekten de zekiyim lan! 

Çok beklenen bir diğer grup ise gözünün içine bakıp kafasını çevirenler !!! Onlardan kesin bambaşka bir bölümde bahsederim. Belki de görmezden gelirim sevdikleri gibi, bilemedim şimdi. Mehh!

Yani tabi biliyorum kimse kimseyi sevmek zorunda değil de yani bu kadar sahtekarlık da gerekli mi? İnsanlık namına kanadığım da çok oldu, artık kınamıyorum bile. Gülüp geçtiklerimden bahsetmek için buradayım. Daha bir süre buralardayım yani; çok beklersiniz şeyciimler, cnmmlar. kib bye.

Anne Ben Kitap Yazdım

Geçen gün, çok da samimi olmadığım bir arkadaşım: Kitap yazsana sen! Okur, güleriz, dedi. Düşündüm taşındım, e madem komiğim kendi çapımda, kendi çapımda bir okurum da olur elbet diyerek çıktım yola.

İyi bok yedim! Ne yazacağım ben şimdi?!? Top ayağıma gelince, doksana takmak kolay tabi, şimdi düşünüp taşınıp yazmaya kalkınca tıkanıp kalır mıyım? Komik olmam lazım diyerek zorlayıp itici olur muyum? Euripides haklı işte arkadaş! "İnsan endişeden yaratılmıştır".

Eski ve özlü bir sözle havalı girişimi de yaptım, oohhh! İçim rahatladı. Yok be.. Hala düşünüyorum kara kara, böyle başlangıç mı olur???

Biz Kadıköy'lü kızlar biraz deli biliniriz. Biri bir şey diyecek olursa, son çare o deliliğe sığınıp; benim yazacağım kitap sıradan olacak değildi ya! diyerek zeytinyağı gibi üste çıkmasını da bilirim. Önce bir başlayalım da, gerisi gelir nasıl olsa. Eline bilgisayarı alan, iki aşk acısı çekip üç iş değiştiren herkes kitap yazdığına göre ben de yazarım. Canına bile okurum. Belki filmi çekilemez ama belki de köşeyi dönerim, aslanım kaplanım kesseler acımaz be!..!!!