20.6.18

Karaburun'dan Yazar'a Not

Yazmaya çalışan biriyim diyebilirim. Bunun yerine yazıyorum ancak okunmaya hazır değilim de diyebilirim. Öykü ve romanlarınızın ‘hayata dokunan’ kısımları bana notlar aldırıyor; bir süredir ara verdiğim yazılarıma geri dönmem için cesaret veriyor pek sevdiğim yazar. Örneğin Fildişi Karası kitabınızın Köpekbalığı öyküsü daha bitirmeden yıllardır dönüp dolaşıp O’na varan yazılarımı akladı, elime kağıt kalem aldırdı tatil için yalnız başıma kalmak istediğimi söyleyip kaçtığım küçük kasabanın küçük otelinin sahile bakan restoranında.

Dedim ya cesaret bu iş. Çocukluğum, gençliğim, şimdilerde söylenen adıyla genç orta yaşım, hep ne kadar cesur olduğumu dinleyerek geçti çevremdekilerden. Hiçbir şeyden korkmam, gözümü budaktan sakınmam! Aşı kuyruğunun en başında ben, ofiste sevmediğim biri bile haksızlığa uğradığında yanında ben, tekne demir attığında suya atlayıp, soğuk ama girince alışıyorsun diyen, kıyıda deniz kestanesi var ayakkabısız gelmeyin diyen yine ben… Korkuyorum sevgili yazar, ödüm patlıyor her şeyden. Bu yüzden hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Elimdekilere bağlanmamak için hor kullanıyorum. Ezkaza sever bağlanırsam, kaybetmenin yükünü taşıyamamaktan korkuyorum.

On dördümdeydim babamı kaybettiğimde. On dördümde annemin büyük kuzeninin hastalığı ve vefatı sebebiyle bir haftadır Bursa’da olduğumuz haziran ayının, Azrail ile ne adi bir ortaklık içinde olduğunu bilmiyordum o zamanlar. Annemin amcası, vefat eden oğlunun yası içinde olan teyzesi ile aynı apartmanda oturuyorlardı. O apartmanın da güzel bir öyküsü var aslında; onu da sonra anlatırım canım yazar. Amca, çok daha uzun zamandır rahatsızdı. Daha iyi sağlık hizmeti alsın diye kızı, yaşadığı ülkeye, Amerika’ya götürmüştü babasını küçük bir operasyon için. Söylediği gibi de olmuş, operasyon çok başarılı geçmişti ancak büyük amca gelişmiş ülkelerin gelişmiş hastane virüsleri ile dönmüştü anayurda.

Rahmetli ve yalnızca ailesi, arkadaşları değil, çalışanları tarafından bile çok sevilip sayılan, dedem ve anneannemi yaşadıkları kasabaya hastaneler çok uzak, yaşları ileri, aileyle birlikte olmak güzel diyerek ikna edip Bursa’ya taşıyan, bugün benim de annem, ablam, anneannem ve kedim ile Bursa’da yaşamama dolaylı olarak da sebep olan büyük kuzen ise kalbine yenik düşmüştü; tam da erkekler için pek riskli sayılan yaşlarda. Hastanenin yoğun bakım odasında geçirdiği haftanın sabahında, dedem ve anneannemin evinde, sabahın erken saatlerinde çalan bir telefon ile uyandım yaz başının parlak güneşli sabahlarından birine. Yine bugün artık rahmetli olan dedemin, ilk ve son kez hıçkırıklarla ağladığını duyduğumda hala yataktaydım. Henüz bir bacak boyu etmez yaşlarımın en iyi yaz arkadaşı, suç ortağıydı dedem. Çikolata alerjim yüzünden bonibonları ilaç diye buzdolabının üstüne saklayıp kimse yokken azar azar bana veren, gizli işler çevirdiğimiz için çok eğlenen, yaşadıkları Güney Ege sahil kasabasında beni mobiletinin önüne oturtup sıkıca sarılan, çok daha yakında bulabilecek olmamıza rağmen kasabanın dışındaki kaynaktan bidonlara su doldurmaya götüren, üretici arkadaşının bahçesinden çilek toplamama izin veren, kaptan arkadaşının kendi elleriyle yaptığı tekneyi göstermeye kasabanın daha da uzağındaki tersaneye götüren, kasabalının kısa zamanda tanıyıp çok sevdiği canım dedem. Başucunda duran, salondakine paralel telefondan aldığı acı haber ile omuzları çökmüş, elini yüzüne kapatıp hıçkırıklara boğulan dedem, sesi hala kulaklarımda. Hayatımda tanık olduğum ilk ölüm haberini almıştı. Ne hissetmem, ne yapmam gerektiğini asla bilmiyordum. 

Nişantaşı’ndaki zemin katında otururken, emekli ikramiyesiyle belki de zar zor satın aldığı İstanbul’un eski sayfiye semtindeki dairesini satıp, Ege’nin o zamanlar kasaba olan kasabasına taşınmalarına sebep ise, ben henüz üç yaşındayken kaybettikleri büyük kızlarının yani teyzemin acısını, belki de anılarını geride bırakma isteğiymiş. Annem nedense pek bahsetmez ablasından, biz de sormayız yine sebepsiz. Seksenlerin henüz çok başlarında ülkenin sağlık durumunun içler acısı olduğuna dair örneklerden yalnızca biridir, tanımasam da neden bilmem yokluğunu hep hissettiğim teyzemin vefatı. Şimdilerde evlere ring sefer düzenleyip, pek akıllı telefonlarımıza mesaj yollayarak ‘müşteri’ çekmeye çalışan diyaliz merkezleri öyle sanıyorum ki doksanların sonuna doğru peydah oldu hayatımıza. Artık çocuklar teyzelerini tanıyabiliyorlar, iyi ki demeliyim. Haziran’dan payını ayın 13’ünde doğarak almış canım rahmetli teyzem. İki erkek iki kız, dört kardeşin ortanca küçüğü anneannemin büyük kızı. En büyükleri ise ablası; oğlu, tam da küçük kız kardeşinin büyük kızının doğduğu gün hayata gözlerini yuman rahmetli büyük teyzem. O günlerin, artık kalabalık ve mutlu görünen bir aile olmamaya başlayacağımızı işaret ettiğini kim söyleyebilirdi ki…