16.7.25

Yaza-bile-bilmek

Yazın sarı sıcağında, tenimde kuruyan denizin tuzuyla kavrulup da yavaş yavaş kaşınmaya başladığım o saatlerde, yazmak geliyor içimden. Saate bakmadan, telefondan ses duymadan, kimseden bir beklenti olmadan… Sadece içimdekileri, canımın istediğine paylaştırmak istiyorum.

İçimde ne varsa, yalnız kendine isteyen bencilliğin karşısında, sevgiyle dağıtmak istiyorum hepsini — biriken kelimeleri, tortuları, kırıkları, güzellikleri…
Sadece içi gülen, gözleri yıldız gibi parlayanlara vermek istiyorum elimde ne varsa. Merak etme, kaynağı bende, yeter ki içten bir tebessüm olsun karşılığında; paylaştıkça daha fazlasını üretirim zaten.

Akşam serinliğinde alınan bir ılık duş… Peşi sıra terlik, şort, tişört bir akşamın başında birkaç duble rakı, denize doğru kaldırılan kadehler… Ve masada yer açtığım, yanımda olamayan ama hep yüreğimde taşıdıklarım için hafifçe masaya vurarak selamladığım şerefeler…

Sonra yeniden yazmaya koyulurum. Ya söyletir ya yazdırır zaten bu gece — ta ki uykudan gözler kapanana dek.

Fark ettin mi?
Hayallerim bile yalnız.

Gecenin geç saatlerinde biraz kestirip, gün doğumuna az kala, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, dalga sesleri eşliğinde dinlediğim şarkılarla canlandırırım yazdıklarımı zihnimde.
Bazıları öyle gerçektir ki, inanmaya teşne gönlüm, yazmaya devam ederim; hayallerim, kekik ve lavanta kokulu bir rüzgâra kapılıp zihnimden uçup gitmeden...

Ve sonra…
Gün başlar. Tadında bir kahvaltı, ardından ruhumun tortularını alıp götüren denizin tuzu…
Tenim yeni hayaller kurmak üzere hazırlanırken, bana düşen payı yeniden tadarım her kulaçta.

Bu döngü, böyle sürüp gider.
Sonsuza kadar orada kalabilecekmişim gibi…
Canım istedikçe, yeniden yaza-bile-bilecekmişim gibi.