8.9.24

Kediyi...

Şu hayata dair çok atıp tutuyorum malumunuz. Şunu severim, bunu sevmem, bu böyle olmalı, öteki illa öbür türlü yapılmalı. Ne de çok biliyorum ben ya!

E sizden ötürü! Gelip gidip bana 218 yıldır bu hayatta tecrübe edinmişim gibi sorular sordunuz, cevaplarımı aldınız, kendinize yollar çizdiniz, eksik olmayın teşekkür edenleriniz de oldu arada. Yeri geldi ayaklı sözlük, yeri geldi arama motoru yerine koydunuz beni. Minnoş ego'm da bundan hoşlanmış olacak ki; ben de kendimi bayağı bir şey zannettim bu şekilde; e öyleymişim de anladım yine bazılarınız sayesinde.

Şimdi biriniz de akıl edip, bir kez olsun da bu kadın ne ister, bir şey sormak ister mi deseniz ya? Merak etmez, burnu yere düşse eğilip almaz mı dersiniz yoksa nasıl olsa merak ettiği her şeyin cevabını ya almıştır ya da nasılsa öğrenir mi? Bu sizce de biraz peşin hükümlü olmak değil mi?  

En çok soruyu da galiba, tahammül seviyemi en çok zorlayanlardan alıyorum. Hayır çok sordukları için değil tahammülsüzlüğüm; sabırla ve defalarca anlatırım tecrübeli bir öğretmen edasıyla. Yeter ki duyduklarını hatırlamak yerine nasılsa tekrar sorarım deme, benden aldığını akıl süzgecinden geçir, çaba göster ve takıldığın yerde yeniden gel.

Şimdi merak da edersin, kimlere tahammül edemiyor bu kadın diye? Neden mi? Çünkü gıybet, bilgiden ya da tecrübeleri tartışmaktan eğlenceli geliyor ama hahhayytt kül yutmam, isim vermem, ben bu tufaya düşmem. Bir an kendimi pazar magazinlerinde burnuna mikrofon uzatılmış ünlüler gibi hissettim. No comment, konuşmam doğru olmaz, yer dahi yerinden oynar! Nihaaann in aşağıya !

Tabi şöyle bir gerçek de var ki benim de karşımdakinin sabır sınırlarını ve sinir uçlarını zorladığım zamanlar oldu, görünen o ki daha da olacak. Bunu genellikle kendi sabrımı zorlayan olgular üzerinden yaparım.

Hazırsan bug'ımı açıklıyorum! Hem de az sonra değil, tam da şu anda! Bilmek! Tabi şimdi hayal kırıklığına uğramanı da pek istemem, bilmek istemem için merak edecek kadar kıymetli görünmeli şey ya da kişiler. Merak ettiğim her şeyi bilmeliyim ben. Bedeli ne olursa olsun hem de. Çünkü hep söylerim, en kötü cevap bilememekten, şüphede, sürüncemede kalmaktan iyidir ve ben bir kedi annesiyim! Bu bilmeye düşkün halim sebebiyle senin için arama motoru oluyorum zaten. Biraz daha derine, oradan öbürüne, haydi azıcık da diğerinden derken, araştırmalara doyamayıp tüpsüz dalıyorum kaynağa. Sonrasını biliyorsun zaten. 

Tabi araştırarak bulunamayan, ulaşılamayan gerçekler de var hayatta. Hatta muhatabına sorup doğru yanıta ulaşamadıkların da var. Onlar için yine aynı yöntemi kullanıyorum el mecbur. İçime soruyorum, bazen kendimi kandırır gibi oluyorum ama sonunda doğru cevabı buluyorum. Kerameti de bool bolll düşünmek ! 

O değil de ne düşünüyorsun? Söylesene artık, bir şey deneyeceğim.


Sabah Serinliği

Bu sabah yine çok güzel uyandım. Zaten ne demiş çok sevdiğim yazar; "Kediler Güzel Uyanır". Sabahın beşinden sonra görülen o en güzel rüyalardan birinden uyandım az önce. Başucumdaki birkaç taze lavanta dalının kokusu ile İzmir güneşini selamladım yatağımda. Hala zihnimde çevirip duruyorum diğer boyutta konuşulan ve bakışılanları. Rüyalarda olsun döküldü dudaklarımdan diye yüzümde huzurlu bir gülümseme. İyi ki! diyorum defalarca artı bir kez daha. 

Sabah serinliğinde bahçeyi ve biraz da kendimi suladıktan sonra, yarı ıslak halde verandada oturup bir kahve eşliğinde sağlığa zararlı tütün mamullerini tüketirken, sokaktan hızla geçip işlerine yetişmeye çalışan insanları izledim. İzlerken de düşündüm mutluluk denen şey bunların hepsi işte. Görebilmek onları, bahçenin müdavimi kediler bacaklarıma artistik patinaj hareketleri ile sürünürken, havadaki ıslak toprak kokusunu içine çekmek. Sevdiğin şehirde, sevdiğin insanlarla.. Zaten sevebilmek başlı başına bir mutluluk sebebi. Sevilmek demiyorum bak, aşk meşk meselesi değil. Ben böyle olduğum için yaz başka güzel diyorum - yine çok mütevazı sözler peşindeyim. 

Dedim ya, adeta bir kedi gibi ve üstelik evde iki kediyle uyandım. Teyzeleri sayılırım onların. Bir tekir ağabey ve bir beyaz prenses kendileri. Sabah sevişmemizin ardından Ege sıcağının ne zaman çökeceğini benden iyi bildiklerinden olacak, çekildiler evin en güzel ve serin köşelerine. Öperim yarı şeffaf kulaklarından. 

Bu şehre, çeyrek asırdır hep ayaklarım neticeme vura vura, eteklerim rüzgarda uçuşa uçuşa geldim. Bildiğin büyük şehir aslında, denizi, sıcağı, medeniyeti bir yana dursun, içindekilerle değerli, her yer gibi. Bazı zaman bitmek bilmeyen o yol, bazen de yol arkadaşlarımla eğlenceli birer maceraya dönüştü. Ardımızda kalan her kilometre ile mutlu oldum. Ne demiş bir başka yazar.. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım." Daha yola çıkacakken mutlu olurum ben. 

Yolda olma fikri zaten başlı başına huzur veriyor bana artık, dinginleşiyorum. Önceleri sadece varacağım noktaya odaklanırdım ve zaman geçmek bilmez, ağızda saatlerce çiğnenmekten sakız gibi acı bir tat bırakırdı. Şimdi ise, varacağım noktadaki maceradan bağımsız bir eğlence şeklini aldı zihnimde. Kiminle yola çıktığın önemli kabul ama yalnız olmayı da apayrı severim ben. Yalnız yolculuk, yalnız seyahat, yalnız tatil ve beraberinde gelen yepyeni selamlaşmalar ve bazen arkadaşlıklar. İnsan kendini tanıdıkça daha bir keyifli hale geliyor yalnızlık zaten. 

Sıcağı ile kavuran, kavurdukça daha da çok kendine bağlayan şehrin sokakları, yepyeni anılar için beni bekler şimdi. 

Biraz deniz koklayıp döneceğim, beklersiniz. 


Kırık

Kalbimi kırdım. 

Bunu bile birinden bekleyemedim kendim yaptım iyi mi? Zaten kim tenezzül edip de kalbime bakıp kırılacak eşya kadar değer verip bir de üstüne üstlük kıracaktı ki? Bu bile düşünmek, bir zaman özen göstermek manasına gelirdi. Çeyrek asırdır böyle bir özen görülmedi. Bu satırları yazarken, adeta tam ortasından içine çöküp yükseliyor göğsüm. Her çöküşünde kalbim sızlıyor. Çok tanıdık ve unutulmuş bir acı bu. Yıllardır duymadığın bir şarkı gibi. Melodi aklımda ama sözleri kayıp. Bu son cümle deja vu oldu mesela, ne önemi var aslında. 

Kalbim diyordum ki bak yine geldi o sızı. Karşılığı bulunmayan sevgileri istifra edercesine çıkarması lazım içinden, bu spazmlar başka türlü durmaz, çok iyi biliyorum. Çok tecrübe ettik bunu birlikte geçirdiğimiz onca yılda. 

Kendisine çok iyi bakacağıma söz vermiştim aslında, yaklaşık on iki yıl önceydi bu sözü verdiğimde. İyi de gidiyordum ama tutamadım sözümü be kalbim, yine parçaladım seni, olan sana oldu. İnan ben de hazırlıksız yakalandım bu kez. Bir gün bir uyandım ki oldu bittiye gelmişim. Çok da farklıydı, benim de yabancısı olduğum, çalışmadığım yerden geldi bu kez; hiç farketmedim. Affet ne olur, çabam sen kırıl diye, seni de görsünler diye değil; sevdiğimdendi sadece. 

Senle ben bir araya gelir, parçaları yine yerine yerleştirmek için elimizden geleni yapar, kurtaramadıklarımızı da bu kez gömeriz kimsenin bilmediği bir ağacın dibine. Bir türlü dikemediğim şu çınarın dibine belki. Sonbaharda yaprak döker bizim gibi, ilkbaharda açar içimizi ve hep yaşar. 

Kalbim, üzgünüm canım. Kimse kapıyı çalmayınca yine ben kırıp girdim içeri, orada mısın, iyi misin görmek istedim. Sen bile ben gelene kadar iyiydin. 

Hoşça kal.