Hikayesi, gitmekle kalmak arasındaki o ince çizgide başladı. Sezen Aksu'nun şarkısında dile getirdiği gibi, unutulmak gerçekten her insana dokunuyordu. O da bunun farkındaydı. Şimdiye kadar hep kalan tarafta olmuştu; sevdiklerini uğurlamış, arkalarından el sallamış, özlemle beklemişti. Ama bu kez farklı olacaktı.
Gitmek, onun için cesaretin ve değişimin simgesiydi. Ataletin zıttı, yeniliğe açık ve cesur bir hareket. Artık geride kalıp yol gözleyen değil, hatırlanan ve özlenen olmak istiyordu. Ancak bu sefer aynanın diğer tarafında durmanın getirdiği endişeler de vardı içinde. Acaba geride bıraktıkları aynaya baktıklarında sadece kendilerini mi göreceklerdi? Yoksa onun bıraktığı izler de görünecek miydi?
"Gözden uzak olan gönülden de uzak olur" sözüne hiç inanmamıştı. Çünkü o, uğurladığı hiç kimseyi unutmamıştı. Belki de bu yüzden, kendisinin unutulma ihtimali onu derinden etkiliyordu. İnsanın başkalarının ruhunda bıraktığı izler kadardı değeri, bunu çok iyi biliyordu.
Bukowski'nin sözlerini kendine rehber edinmişti: "Sizi sevmediğimi düşünüyorsanız muhtemelen sevmiyorumdur. Sevdiklerimi şüpheye düşürmem." O da böyleydi; girdiği hayatlarda önce sınar, sonra tam anlamıyla kabul ederdi. Bu, onun kendini ifade etme biçimiydi.
Şimdi bu ani gidişiyle, alışkanlıklarını ve sevdiklerini geride bırakırken, içinde tuhaf bir duygu karışımı vardı. Can yakıyor olmanın verdiği o karanlık haz, ama aynı zamanda özlenme arzusu... Çünkü biliyordu ki unutulmak, ruhun en derin yaralarından biriydi.
Bavulundaki eşyalarını yerleştirirken aklına gelen son düşünce, belki de en güzel veda şeklinin ardında güzel anılar bırakmak olduğuydu. Çünkü unutulmamak, sadece fiziksel varlığınla değil, başkalarının hayatında yarattığın değişimlerle mümkündü. Ve belki de en güzel hatırlanma şekli, birinin gülümseyerek "iyi ki" diyebilmesiydi. Pencereden dışarı baktığında gün aydınlanmak üzereydi. Şehrin ışıkları uzaktan göz kırpıyordu. Belki de gitmek, bazen kalmaktan daha çok şey anlatırdı insana. Ve belki de bazı izler, mesafelerle değil, kalplerde bıraktığı boşluklarla ölçülürdü.
"Unutma be beni" diye fısıldadı son kez, ardında bıraktığı şehre bakarak. Trene bindiğinde güneş yeni doğuyordu, tıpkı onun için başlayan yeni hayat gibi.