31.7.24

sahibine aittir o

Bardağın dolu tarafı dolu, boş tarafı sen nasıl görürsen öyledir dememişler; ben öyle diyorum.

Bu konuyu özellikle ikili ve özel ilişkiler tarafından ele almayı insanlığa bir borç bilirim!!! 

Tabi 7 koca eskitmedim ama en az o sayıda sevgilimi ellerimde evlendirmek üzere davet edildim ve birkaçına katılıp göbek bile attım. Öyle de iyi bir eğitmen şefim. Mise en plus (mizenplas okunur) hazırlar bırakırım, gelen de yemeği ben yaptım zanneder - çok mütevazıyımdır. O restoranı ben açtım, menüyü ben hazırladım canım, hiiiç de hesap ödeyemem! Mesele bu değil elbette, skor tutmuyor, peşlerine düşmüyorum. Kimsenin bağında gözüm yok çok şükür!

Mesele, sevginin bittiği yerde saygının kalması. Neden bu kadar zor ki "bizden olmadı ama çok mutlu ol, yolun açık olsun" demek, diyebilmek. Ego meselesi mi acaba bu? Yani beceremedik biz bu işi demek, gerçekten becerememek ya da bu hayatta başarısızlık mı? Bu durumda birinci sınıftayım ben arkadaş ama zaman zaman en çok da ben eğleniyorum umursamadığım için bilesin. 

Öncelikle kendine saygısızlık değil mi gidenin ardından söylediğin o kötü sözler? Yani sen seçmedin içine mi attılar ilişkinin anlamıyorum ki. Bu sözlerim her iki cinse de. Azıcık kendinize, yaşadığınız zamana, emeğinize saygınız olsun. 

Evet.



Burası Ciddi Bir Müessese

İzlediğim bir video üzerine yazmak ve biraz ciddi olmak istedim. 

Bir insana kendisinden daha güzel hediye verebilir misiniz? Ben düşündüm ama bulamadım.

Kendinizden başka demiyorum bakın megalomanlığın alemi yok. Bile isteye ve altını çize çize diyorum "kendisinden". 

Çeyrek hayatını kim olduğu itinayla unutarak, unutturularak geçiren birine; çocukluğunu, gençliğini, neşesini, hissettiklerini, kalbinin atışını hediye edebilir misiniz? Tıpta buna re-animasyon, cpr, suni teneffüs filan diyorlar. Desinler. Bunun benim kitabımda adı, hayata döndürmektir, yaşadığını hatırlatmaktır, can vermektir işte. 

Pinokyo gibi, Artificial Intelligence filmindeki robot çocuk gibi... Araftan dönmek, kış uykusundan uyanmak gibi. Üstelik böyle olduğunun farkında bile değilken. Üstelik hediye eden kendisi olmak dışında bir çaba harcamazken. 

Bu kez güldürmedi ama çok düşündürdü. 


Toz

Artık yurt odası samimiyetinden, kendi odalarımıza çekilme lüksüne sahip olduğumuz o fareli köyün deniz manzaralı evinde geçirdiğimiz aylar içerisinde, beyaz kireç boyalı duvarlara nakşettiğim mavi rüyalarım hala duruyor mu merak ederim bugün bile.

 

Yüzünü bile görmediğim bir internet aşkımın derdine içtiğim bir şişe yürüyen John'un üzerine, uykumda yerden yükselmiş olacağım ki tamamı masmavi bir rüya ile uyanmış ve sürekli "sevişin öyle gelin" diye öğütler veren Sir Psikoloji'nin önerisine uyarak, ta o zamanlarda rüyalarımı da yazmaya başlamıştım. Tabi bir litre viskinin üstüne kafa beton gibi uyanınca da gözümü açtığımda ilk gördüğüm duvara yazmıştım paralel evrenden hatıratımı. Bu duvar yazılarının başımıza geleceklere etkisi olmuş muydu hiçbir zaman öğrenemeyecektik. 

 

Ada küçük yer tabi, eşyalı tuttuğumuz ve 80'ler Türk filmlerini andıran evimizin sahibi bir gün evini denetlemek, ay pardon bi' çayımızı içmek istedi. Yok artık! diyecek lüksümüz de olmadığından hay hay dedik, başımızla beraber!

 

Tabi hemen başladık evi bal dök yala formuna sokmaya çalışmaya. Zaten öyle pislik içinde yaşamıyorduk mamafih ev sahibine görücüye çıkmak diye de bir gerçekle karşı karşıyaydık.

 

O gün gelip çattığında, belki de bir İskandinav koltuğun yanındaki ince tahta parçasının üstündeki toz zerrecikleri sebebiyle evimizden olabileceğimizi biz de bilmiyorduk. Tabi bunun sebebi tozdan ziyade, kadın kaynana stili parmağıyla toz kontrolü yaparken sinsice yaklaşıp üzerine zıplayacak gibi bakışımın da etkisi olabilir. Diplomasi 101 almam gerektiğine ev arkadaşım ve ben tam da o zaman kanaat getirmiş idik. Ben tabi ki "yav he hee..." diyordum ama besbelli ki çok lazımdı. 

 

Henüz ilk evsiz kalışımızdı, hala da keyfimiz yerindeydi. Hemen ardımızdaki iki katlı evin, besbekâr olduğu durup durup parmaklarına üflemesinden belli oğlu Aşık'ın, yeni ev sahibimiz olacağından henüz kimsenin ve tabi ki bizim de haberimiz yoktu. 

 

Di'li geçmiş sevgiler! 


Şans

Ada günlerinden dem vurunca, ne uzun zamandır düşünmediğimi fark ettim. Düşünme eyleminde hala detaycı ve başarılıyım; oraları, o zamanları düşünmemişim. Uçsuz bucaksız, yedi dalgalı sahilleri, kıyıya ulaştığı yerdeki rengarenk çiçekleri, sabah serinliğinde esen yaseminleri, gemi konaklarını ve gerçekten o şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarabildiğimizi !

Gençlik dedikleri, gerçekten de düşünmeden yaşadığın, günün anın tadını çıkarırken aklında dünyanın en önemli gibi görünen aşk acılarını düşündüğün yıllardan ibaret çoğu zaman. Tam da bu yüzden pek çoğu geri dönüp bu akılla o yaşı yaşamak istiyor herhalde. 

Ben mesela, düşün şimdikinden bile daha bilmiş ve ukala ve dünyanın sırrını çözmüş, çok kadın filan sanıyordum kendimi. Çocuktuk ulan! 20'li yaşlarının başında büyük acılar yaşamamış herkes kadar çocuk. Böyle yıllarda arkadaşlar çok önemli oluyor işte hayatında. Dünya değerlerinden, espri anlayışına kadar her şey tam da o arkadaşlarla gelişiyor iyi ya da kötü yönde. 

Tam da böyle bir çağda, ömürlük bir dostluk kurabilme şansına sahip olduğumu o zamanlarda tabi tahmin bile edemezdim. Zira o yıllarda hep ne kadar şanssız ve bahtsız olduğumdan bahseder dururdum. Değer de bilinmiyor tabi, başlarda kavaklar yellenirken! İşte o dostluk sayesinde harika yıllar geçirdik adada. Önümüze gelene 1000 tekme atıyor ve yüzlerine gülüyorduk. Herkes ve her şey eğlence konusuydu bizim için. Önceleri "şuna baaakkk"lar ile başlayan yüzlerine karşı arkalarından yaptığımız gıybetler, sonrasına yerini artık konuşmamıza hatta yer yer bakışmamıza bile gerek bırakmayan bir işbirliğine dönüştü. İyi ki be!!! İnsanın hayatında böyle insanlar milyonda bir çıkar diyordum ki iki de olabiliyormuş, şanslı bir varlıkmışım... Bu baaammbaşka bir konu belki sonraki sayfalarda bunu da yazarım. 

Bayilerinizden isteyiniz!

Sayfayı çevir cnm.

Her Şeyin Teorisi

Sene 1999.. Bazılarınız henüz doğmamıştı ve biz iki buçuktan üç kişiydik, dört tarafı denizlerle çevrili bir kara parçasında. Bedirhan, Nazlıcan, Suphi. Yok yok onlar başka şarkının başrolünde oynuyorlardı. Bizse o yıllarda belli daha kim olduğumuzu o kadar da bilmiyorduk. Bugün geriye bakınca izlediğimiz şuursuzluktan anladığım budur!

Eski ve genelevden hallice bir sahil kasabası otelinden devşirilen, leb-i derya ve havuz başılı kız yurdumuzda ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Sanki çevremizdeki herkesle dalga geçmek ve hayatı herkesten daha ciddiye alan, belki biraz da üsttenci bir tavırla hanımağa gibi takıldığımız o günler. Bugün hala suç ortağım olan şahsına münhasır kardeşimle tam da o gün buluştuk. Tanıştık diyemiyorum zira bence zaten tanışıyorduk ki olaylar böyle gelişti - off nasıl merak uyandırıcı giriş, buradan yürürüm ben

Şimdi o kız yurdundan bahsedip de, tüy siklet ve kavruk fedaimiz Daneerr'den - Taner yazılır böyle okunur - bahsetmemek olmaz. Adını asla hatırlamadığım Samsun'lu bir kıza yanıklığı ile kavrukluğunu diri tutan namus bekçimizi sonraki günlerde bir yıldırım düşmesi sonucu yanacak olan iğde ağacında az sallandırmadık - Canımız çok çekti Taner, noolur Taner diyerek. Yine ağacın tepesinde iğde toplamaya çalışıp bir yandan odaların camlarına doğru göz seğirtirken, sebebini asla tam hatırlayamadığımız, üstelik ayık bir gecede kızlardan birinin sütyenini camdan sallarken görmüş, sanıyorum ki hipnotize olmuş ve adeta ağaçtan mermer zemine boy vermişti zavallıcık. Neresinden baksan 360 derece acımasızlık. 

Karışık kaset doldurmak için taksiyle git gel iki saat harcadığımız günler bunlar. Kaseti de öyle gidip ferah feza doldurtamıyoruz. Bakla kadar kasetçinin bezelye kadar asma katına çıkıyoruz iki arkadaş, istediğimiz şarkıların olduğu kasetleri bulup, kasetçi ağabeye veriyoruz ki bize istediğimiz mix'i hazırlasın. Amaç da şu, sofra kuralım içerken dinleyelim. Yok tabi o zaman yuutub'lar spotifay'lar filan. E herkes gibi çıkıp her gece barda gönlüm hovarda da diyemiyoruz, durumsuzluktan yaratıcılığa eviriyoruz elimizdeki imkanları. 25 yıl sonra bugün bile o listelerin bir kısmı hafızalarda, bir şarkı bitince zihnimizde kasedin arka yüzünü çeviriyoruz. 

Gel zaman git zaman yurt odasında denize nazır yer sofralarından ve yurt kirasından gına geldiğinden olacak "eve çıkmak" neyse ona karar verildi, derlenildi, toparlanıldı, pek yakında çok da güzel bir ev bulundu. Yine denize nazır, müstakil, bahçeli filan bir ev. Havamız bin-beş-yüz. Oralarda evler de eşyalı olduğu kadar, bizimki gibi lambrili, şömineli filan da olabiliyor. Bir odadan robdöşambrı ve elinde viskisi ile Nuri Alço 'kızlar hoşgeldiniz' diye çıksa şaşırmazsın öyle bir havası var salonun. 

Evde ilk akşamımız, okul çıkışı girmişiz, temizlik yapmak lazım. Ansızın farkettik ki, temizleyebilmek için önceki evdeki rahmetli ezik dostumuz Jerry'den kurtulmamız gerekiyor. Biz fırının arkasından çıkarıyoruz o koltuğun altına kaçıyor derken evde Tom gibi kovalıyoruz miniği. Bir anda fırlayıp temizlik için rulo yaptığımız halının içine kaçtı kerata. Haaahh dedik! Tamam! Bir ucuna naylon geçirdiğimiz halının diğer ucunu ben tutuyorum, diğerimiz de halının üstünde tepiniyor. Tepiniyor ama düşünemiyoruz o anda, ezilince halıdan temizlemek var bir de... Bizim jeton düştüğünde, minik ruhunu teslim etmiş miydi emin değiliz zira içinden hala çıkmadığına hala emin olduğumuz bir anda halı ile birlikte karga tulumba bahçeye attık ve bir daha kendisinden haber alamadık. Haber alamadığımıza pek sevindiğimiz bir minik olarak da bunca yıl sonra bile hatırımızda kendisi. Sormadık, selam beklemiyoruz ! 

Eve girişimiz gibi bir de şutlanışımız var ama orası ayrı hikaye! Benim için Diplomasi 101 dersini bu kadar hafif geçiştiremeyeceğim. 

Uzun bıyıklarınızdan öper, kulaklarınıza üflerim 🐭