Artık yurt odası
samimiyetinden, kendi odalarımıza çekilme lüksüne sahip olduğumuz o fareli
köyün deniz manzaralı evinde geçirdiğimiz aylar içerisinde, beyaz kireç boyalı
duvarlara nakşettiğim mavi rüyalarım hala duruyor mu merak ederim bugün bile.
Yüzünü bile
görmediğim bir internet aşkımın derdine içtiğim bir şişe yürüyen John'un
üzerine, uykumda yerden yükselmiş olacağım ki tamamı masmavi bir rüya ile
uyanmış ve sürekli "sevişin öyle gelin" diye öğütler veren Sir
Psikoloji'nin önerisine uyarak, ta o zamanlarda rüyalarımı da yazmaya
başlamıştım. Tabi bir litre viskinin üstüne kafa beton gibi uyanınca da gözümü
açtığımda ilk gördüğüm duvara yazmıştım paralel evrenden hatıratımı. Bu duvar
yazılarının başımıza geleceklere etkisi olmuş muydu hiçbir zaman öğrenemeyecektik.
Ada küçük yer tabi,
eşyalı tuttuğumuz ve 80'ler Türk filmlerini andıran evimizin sahibi bir gün
evini denetlemek, ay pardon bi' çayımızı içmek istedi. Yok artık! diyecek
lüksümüz de olmadığından hay hay dedik, başımızla beraber!
Tabi hemen başladık evi
bal dök yala formuna sokmaya çalışmaya. Zaten öyle pislik içinde yaşamıyorduk
mamafih ev sahibine görücüye çıkmak diye de bir gerçekle karşı karşıyaydık.
O gün gelip
çattığında, belki de bir İskandinav koltuğun yanındaki ince tahta parçasının
üstündeki toz zerrecikleri sebebiyle evimizden olabileceğimizi biz de
bilmiyorduk. Tabi bunun sebebi tozdan ziyade, kadın kaynana stili parmağıyla
toz kontrolü yaparken sinsice yaklaşıp üzerine zıplayacak gibi bakışımın da
etkisi olabilir. Diplomasi 101 almam gerektiğine ev arkadaşım ve ben tam da o
zaman kanaat getirmiş idik. Ben tabi ki "yav he hee..." diyordum ama
besbelli ki çok lazımdı.
Henüz ilk evsiz
kalışımızdı, hala da keyfimiz yerindeydi. Hemen ardımızdaki iki katlı evin, besbekâr
olduğu durup durup parmaklarına üflemesinden belli oğlu Aşık'ın, yeni ev
sahibimiz olacağından henüz kimsenin ve tabi ki bizim de haberimiz yoktu.
Di'li geçmiş
sevgiler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder