İçim kıpır kıpır
sevgili okurcuğum... -cuğum diyorum bak.
İnsan dağlar kadar
güvensin kendine, derin denizlerde kanyonlar gibi sakin ve serin olsun, arşın
merkezine inip çıkacak kadar "şey"li olsun... Yine de değer gördüğü
yerde çiçek açıyor işte!
Bu yıl bahar hiç
bitmemiş; gelincikler, hanımelleri ve dahi ıhlamurlar hala çiçek çiçek, yazın
sarı sıcağı da üstümde tatlı bir sarhoşluk bırakıyor gibi.
Bu baygın kokulardan
ve gelincik kırmızısından demetler yaptım kendime. Kimi ellerimde, kimi
saçlarıma takılı, kimisini ise adeta muhteşem bir esans gibi sürdüm üzerime
yürüyorum, sadece benim bildiğim arnavut kaldırımlı sokaklarda.
İçimde çalan
şarkıları tarif edemem zira konum atasım yok sana, hiç kusura bakma.
Arka sokaktaki dondurmacının
külahları, sokaklardaki begonvil kokusuyla karışınca mevsim daha da yaz oluyor
sanki. Güneşim üzerimde parlarken sokaktaki kedi köpek ve semtin
misafirlerinden saçılan kırıntılarını toplayan serçeler olduğundan da güzel
görünüyor gözüme. Kesin yüzümde de manasız bir tebessüm var, insanlar o yüzden
mi bakıyor öyle bir değişik? Yoksa şarkılara fazla kaptırdım da söyleyip dans
ederek mi geziyorum yine?
Hayır yani
yapmadığım iş değil. Mahallenin delisi gibi izlendiğim olmuştur. Önce bir an
utanıp sonra "ammaaannnn" diyerek aynen devam ettiğimi artık tahmin
edebilirsin de. Mutlu Türk filmlerindeki gibi herkesi aynı şarkıda dans ederken
hayal ederim böyle zamanlarda.
Söylemiştim,
seviyorum mutluluğu paylaşmayı. Çok beylik gelebilir ancak gerçekten de o
mutluluk bir başkasına da sıçrayınca, mutlu edebilmenin mutluluğu ile daha da
mutlu oluyorsun. En azından benim gibi iyi bir insansan öyle oluyor işte!
Biraz daha mutlu
kelimesini kullanırsam ortalık yerinden çatlayacak sen sevgili okur, sana
sesleniyorum! Sakinleş... Hayat sana haset edecek daha çok şey verir bu
hayatta, gözün kalmasın, daha iyisi senin olsun!
Yalnız, durum farklı
sanki. İnsanlar yüzüme pek de deliymişim gibi bakmıyorlar. Hepsinin suratında
ekşimiş süt içmiş gibi bir garip ifade var. Gitgide de kötüleşiyor. Yanlarında
otursam kokuyorum sanacağım kadar tiksinerek bakmaya başlıyorlar. Allah allah...
Üstüm başım da açılmamış, hani olur ya ihtiyaç molası sonrası kaba etin açıkta
dolaşır fark etmezsin bazen.. Arkamda biri mi var diye dönüp bakıyorum ... O da
ne be!!!!
Geçtiğim o çiçek
bahçesi, mis kokulu sokaklar attığım her adımda adeta güneş tutulması beni
izliyor gibi kararıp soluyor. Solsa iyi, çiçekler kuruyor, o canım sokak
hayvanlarının bile kemikleri sayılıyor. Daha geriye baktıkça soğuk bir rüzgarla
bana doğru yaklaşıyor sokak, adeta içine çekiyor kara delik gibi. Zar zor
dayanabiliyorum ayakta. Müzik kesiliyor, insanlar kapılıp gidiyor o girdaba.
Saniyeler içinde gökyüzünü kaplayan kara bulutların ve çorak bir kara
parçasının ortasında dımdızlak buluyorum kendimi.
Buz gibi bir rüzgar
esiyor, yaz günü donuyorum ve parçalara ayrılıp tuz buz olup o çorak toprağa
karışıyorum...
Çok kısa bir süre
içerisinde içimdeki korkunun ve kaygının gerçek olmadığını hissetmeye
başlıyorum ama neden diye de düşünüyorum. Kim olsa ödü şeyine karışır yani,
benim de.
Ne benim ne bir başkasının
dünyası bu denli hızlı kararıp solamaz diyorum içimden tekrar tekrar ve bir
müddet sonra boğazıma çöken ve ciğerlerime dolan kapkara kül ve kükürt
kokusundan kurtulmak istercesine haykırıyorum; gerçek değil !!!
Üç kez peş peşe, ciğerime yapışan katranı sökene dek bağırıyorum... gerçek
değil! gerçek değil! hiçbiri gerçek değil!
Bu haykırışlar
esnasında son gücümü kullanmış olacağım ki gözlerimin karardığını hatırlıyorum.
Ne kadar zaman geçti üzerinden bilmiyorum.
Gözümü açtığımda
başucumda gülen gözleri ile bana bakan o varlığı hatırlıyorum bir tek. Adeta
bir kristali andıran, bembeyaz, pırıl pırıl parlayan cildi gözlerimi
kamaştırmıştı. Ortalama bir insana göre uzun sayılacak boyu, ten rengine yakın
bir renkte üniforma benzeri fütüristik bir giysisi vardı. O beyazlıktan
beklenmeyen bir sıcaklıktaki ifadesi, kat kat yuvarlak hatlı yüz çizgileri ile
daha da çok gülümsemeyi andırıyordu. Hoş geldin... dedi, sesi
zihnimde adeta bir vizyon gibiydi.
Hayatım boyunca
görmediğim, ya da gördüğümü hatırlamadığım, bu varlığı bir ömürden çok daha
uzun zamandır tanıdığımı o kadar iyi biliyordum ki... Bana elini uzattı
sevgiyle, ben de uzandım ve tuttum. Aynı anda, tam da o güneşli yaz gününde
duyduğum muhteşem çiçeklerin kokusu yeniden geldi burnuma.
Aslında zihnimdeki
korkularla verdiğim savaşın içinden nasıl çıkabildiğimi, tüm korkuların nasıl
da yersiz olduğunu, zihnimin bir oyunu olduğunu izledim, O'nun beni an be an
izleyen gözlerinden... Tam da bu yüzden hoş bulmuştum belki de.
Uyandım, yastığım
sırılsıklam...
Başucumda bir demet
hanımeli...