Ekim sonu bir pazar gecesi. Aslında Pazartesi sayılabilecek kadar geçti saat gece yarısını... 02:18. Saygılar.
Bu uyku meselesi ilginç. Beni tanıyanlar bilir, daha önce de yazmıştım, uyku hiçbir zaman en iyi dostum, yarenim filan olmalı. Sevmem de kendisini. Mamafih lazım da. Ne onunla ne onsuz tadında düzeysiz bir ilişki içerisindeyiz. Özellikle pazar geceleri gelmeyen, gelse de bir türlü bünyeye dahil olmayan bir şey kanımca. Öte yandan şöyle de bir özelliği var. Yatmaya geç kaldığını düşünürsen yetmez, çok da umursamazsan iki üç saatlik bir uyku ile günü kolaylıkla devirebilirsin de. Böyle de sinameki bir durumu var. Gelir oturur göz kapaklarına, ta ki sen yastığa başını koyana kadar. Sonra hooop... bir arkadaşa bakmıştım haydi ben kaçar diyerek uzaklaşıyor. Sonra işin yoksa sağdan sola dön, bekle ki sıkılıp geri gelsin.
Belli ritüelleri olduğuna da inanılıyor halk arasında. Özellikle çitten atlayan koyunları kıskanıp, biraz sayarsan durun tam da gitmemiştim geldim deyiveriyor mesela. Yani öyle deniyor ama ben bu saatte kıyamıyorum kuzucuklarıma, bırakıyorum onlar da uyusunlar. Derin nefes alıp vermeler var bir de. Meditasyon 101 dersinden iyi de biliyorum ama inadı inat bu uykunun. Artık tribal mi, muayyen zamanları mı var da direniyor kim bilir! Gelmiyor namussuz. Şimdi yeter yattığım yerde döndüğüm bari zamanı değerlendireyim diyerek yataktan kalktım ya, kesin damlar az sonra yanıma eee bu gece n'apıyoruz? diye.
Rüyalarımdan bir geceliğine feragat etme pahasına direneceğim ve kararlıyım, yüz vermeyeceğim. Beni bayıltana kadar konuşur durur artık.
Sabah servise yetişecek bir saatte uyansam bari (* bkz başlık)