2.8.24

Sarı Sıcaktan ...

İçim kıpır kıpır sevgili okurcuğum... -cuğum diyorum bak. 

 

İnsan dağlar kadar güvensin kendine, derin denizlerde kanyonlar gibi sakin ve serin olsun, arşın merkezine inip çıkacak kadar "şey"li olsun... Yine de değer gördüğü yerde çiçek açıyor işte!

 

Bu yıl bahar hiç bitmemiş; gelincikler, hanımelleri ve dahi ıhlamurlar hala çiçek çiçek, yazın sarı sıcağı da üstümde tatlı bir sarhoşluk bırakıyor gibi.

 

Bu baygın kokulardan ve gelincik kırmızısından demetler yaptım kendime. Kimi ellerimde, kimi saçlarıma takılı, kimisini ise adeta muhteşem bir esans gibi sürdüm üzerime yürüyorum, sadece benim bildiğim arnavut kaldırımlı sokaklarda.

 

İçimde çalan şarkıları tarif edemem zira konum atasım yok sana, hiç kusura bakma. 

 

Arka sokaktaki dondurmacının külahları, sokaklardaki begonvil kokusuyla karışınca mevsim daha da yaz oluyor sanki. Güneşim üzerimde parlarken sokaktaki kedi köpek ve semtin misafirlerinden saçılan kırıntılarını toplayan serçeler olduğundan da güzel görünüyor gözüme. Kesin yüzümde de manasız bir tebessüm var, insanlar o yüzden mi bakıyor öyle bir değişik? Yoksa şarkılara fazla kaptırdım da söyleyip dans ederek mi geziyorum yine?

 

Hayır yani yapmadığım iş değil. Mahallenin delisi gibi izlendiğim olmuştur. Önce bir an utanıp sonra "ammaaannnn" diyerek aynen devam ettiğimi artık tahmin edebilirsin de. Mutlu Türk filmlerindeki gibi herkesi aynı şarkıda dans ederken hayal ederim böyle zamanlarda.

Söylemiştim, seviyorum mutluluğu paylaşmayı. Çok beylik gelebilir ancak gerçekten de o mutluluk bir başkasına da sıçrayınca, mutlu edebilmenin mutluluğu ile daha da mutlu oluyorsun. En azından benim gibi iyi bir insansan öyle oluyor işte!

 

Biraz daha mutlu kelimesini kullanırsam ortalık yerinden çatlayacak sen sevgili okur, sana sesleniyorum! Sakinleş... Hayat sana haset edecek daha çok şey verir bu hayatta, gözün kalmasın, daha iyisi senin olsun! 

 

Yalnız, durum farklı sanki. İnsanlar yüzüme pek de deliymişim gibi bakmıyorlar. Hepsinin suratında ekşimiş süt içmiş gibi bir garip ifade var. Gitgide de kötüleşiyor. Yanlarında otursam kokuyorum sanacağım kadar tiksinerek bakmaya başlıyorlar. Allah allah... Üstüm başım da açılmamış, hani olur ya ihtiyaç molası sonrası kaba etin açıkta dolaşır fark etmezsin bazen.. Arkamda biri mi var diye dönüp bakıyorum ... O da ne be!!!! 

 

Geçtiğim o çiçek bahçesi, mis kokulu sokaklar attığım her adımda adeta güneş tutulması beni izliyor gibi kararıp soluyor. Solsa iyi, çiçekler kuruyor, o canım sokak hayvanlarının bile kemikleri sayılıyor. Daha geriye baktıkça soğuk bir rüzgarla bana doğru yaklaşıyor sokak, adeta içine çekiyor kara delik gibi. Zar zor dayanabiliyorum ayakta. Müzik kesiliyor, insanlar kapılıp gidiyor o girdaba. Saniyeler içinde gökyüzünü kaplayan kara bulutların ve çorak bir kara parçasının ortasında dımdızlak buluyorum kendimi.

 

Buz gibi bir rüzgar esiyor, yaz günü donuyorum ve parçalara ayrılıp tuz buz olup o çorak toprağa karışıyorum...  

 

Çok kısa bir süre içerisinde içimdeki korkunun ve kaygının gerçek olmadığını hissetmeye başlıyorum ama neden diye de düşünüyorum. Kim olsa ödü şeyine karışır yani, benim de. 

 

Ne benim ne bir başkasının dünyası bu denli hızlı kararıp solamaz diyorum içimden tekrar tekrar ve bir müddet sonra boğazıma çöken ve ciğerlerime dolan kapkara kül ve kükürt kokusundan kurtulmak istercesine haykırıyorum; gerçek değil !!! Üç kez peş peşe, ciğerime yapışan katranı sökene dek bağırıyorum... gerçek değil! gerçek değil! hiçbiri gerçek değil! 

 

Bu haykırışlar esnasında son gücümü kullanmış olacağım ki gözlerimin karardığını hatırlıyorum. Ne kadar zaman geçti üzerinden bilmiyorum.

 

Gözümü açtığımda başucumda gülen gözleri ile bana bakan o varlığı hatırlıyorum bir tek. Adeta bir kristali andıran, bembeyaz, pırıl pırıl parlayan cildi gözlerimi kamaştırmıştı. Ortalama bir insana göre uzun sayılacak boyu, ten rengine yakın bir renkte üniforma benzeri fütüristik bir giysisi vardı. O beyazlıktan beklenmeyen bir sıcaklıktaki ifadesi, kat kat yuvarlak hatlı yüz çizgileri ile daha da çok gülümsemeyi andırıyordu. Hoş geldin... dedi, sesi zihnimde adeta bir vizyon gibiydi.

 

Hayatım boyunca görmediğim, ya da gördüğümü hatırlamadığım, bu varlığı bir ömürden çok daha uzun zamandır tanıdığımı o kadar iyi biliyordum ki... Bana elini uzattı sevgiyle, ben de uzandım ve tuttum. Aynı anda, tam da o güneşli yaz gününde duyduğum muhteşem çiçeklerin kokusu yeniden geldi burnuma.

 

Aslında zihnimdeki korkularla verdiğim savaşın içinden nasıl çıkabildiğimi, tüm korkuların nasıl da yersiz olduğunu, zihnimin bir oyunu olduğunu izledim, O'nun beni an be an izleyen gözlerinden... Tam da bu yüzden hoş bulmuştum belki de. 

 

Uyandım, yastığım sırılsıklam...

 

Başucumda bir demet hanımeli... 


Hiç yorum yok: