2.8.24

Ev

İnsan evini nerede görse tanıyor. Henüz ona sahip olmasa bile. Hayalini kurduğu evi tanımaz mı insan?

En çok da huzur bulacağı, güvende hissedeceği evi tanıyor. Sabahın ilk ışıkları kadar, gecenin en derin karanlığında bile içinde kalmak isteyeceğini, kendini tanımladığını ve tamamladığını ve bu hislerle daha iyi bir versiyonuna dönüşeceğini, daha ilk adım atışında tek bir teneffüs ile anlıyor.

Bazen bambaşka şeyler konuşurken düşlüyorum o evi. Bilmez ki kimse; koridorlarında geziyorum, eski çok eski bir tanıdığı özlem ve gururla izler gibi izliyorum odalarının kapısına dayanıp içerideki tüm detayları. Mutfağı mesela, günün ilk ışıklarında taze demlenmiş çay kokuyor. Salon desen öğleden önce, bahçedeki yaşını almış bilge ağaçların dallarının ve yapraklarının arasından güneşten nasibini almış. Yatak odası desen akşamları, yeni ütülenmiş bir nevresim gibi sakin ve sıcacık sarmalıyor beni. 

Sanki birinin evine ilk kez gitmişim ama yine de salonda kıvrılıp yatıya kalmak ister bir duygu var içimde. Belki daha ev sahibi bile farkında değil ama oralıyım ben çok belli. Zaten hep oralıymışım da ancak hatırlamışım gibi. Mahalle bakkalı adımı bilirmiş, taksi durağı sesimden tanırmış gibi oralıyım.

Sorsan duvarlardaki tüm çizgilere, belki banyo fayansındaki çatlağa, contası gevşemiş musluğa, o parkenin altına sıkıştırdığım mektuplara da hakimim. İçimde, çok iyi bildiğim bir şeyi paylaşmaya bile ihtiyaç duymayan o kendinden emin sakinlik ile bekliyorum. Evet, vaktini bekliyorum. Mutfaktan sızan sıcak bergamot kokusu ile kedi gibi uyanacağım sabahları bekliyorum. 

 

Günaydın evim...


Hiç yorum yok: