4.8.25

Kabuk

Bazen insan, uzak bir ihtimali değil, kendini seçer. 
Çünkü kalırsa yok olacağını, o ihtimalin ardında kalan her şeyin kendisini yavaş yavaş boğacağını bilir. Ve hayat, bir kere affetmediğinde, bir daha asla aynı yumuşaklıkla dokunmaz insanın tenine.

O da kendini seçti. Bir gecede değil, bin gecenin kırıntısıyla; kırılarak, eksilerek, yorularak... 

Geriye baktığında vazgeçtiği yalnızca bir bağ değildi. Bu, bir umuda veda etmekti, çok iyi tanıyordu. Bir düzenin, bir hayalin, bir zamanlar inandığı bütün hikâyelerin çöküşüydü yaşadığı.

Geride kalan her şey o kadar ağırdı ki, başka bir hayatı sırtlamak için bu yükü orada bırakmaktan başka seçeneği kalmamıştı.

O lanet taşın altında artık gelincikler açmayacak, hiçbir zaman bahar kokmayacaktı. Rengârenk ve güler yüzlü ihtimaller bir daha orada yeşermeyecekti. 
Biliyordu.

Ama kim demiş ki bırakınca hafifler insan? 
Eksilen her parçanın yerine, içini kemiren başka bir şey oturur. 

Omzundan düşen yükün yerini, sol kaburgasına saplanan bir kaya aldı. Yerini değiştiremeyeceği, üzerinden atlayamayacağı, söküp çıkaramayacağı bir kaya. 
Akan kanın ılıklığına inat, donmuş bir kaya…

Yeni hayatına adım atarken, bir şeyi bir kez daha net olarak anlamıştı: Bazı şeyler geçmiyor, bazı boşluklar dolmuyor, bazı yaralar kabuk bağlamıyor ama yine de yürümek gerekiyordu. 

Kendini seçmenin bedeli ağırdı. 
Ancak… hayat, başka türlü affetmiyordu.


Hiç yorum yok: