6.10.24

Tutulma

Belli bir zaman geçtikten ve bazı gerçekler tedavülden kalktıktan sonra yayımlamaktan memnun olacağım bir kitap daha planlıyor ve yazıyorum şu ara. Kendi versiyonumla bir Milena'ya Mektuplar diyebilirim ancak. Hayır, elbette Kafka değilim; tahtında da gözüm yok. Herkes kendi yerinde değerli. 

Öyle içten ve samimi bir bir yerden yazıyorum ki bu kez kurgular değil, gerçekler dile geliyor. Yeminler edip, kendime sakladıklarım; sakladıkça ruhuma yük olanları yazıyorum. Her yük ağırdır ama bazısını zevkle taşırsınız, taşıdıkça da hayatı öğrenir, yer yer güzelleşirsiniz; bunu da eklemeden geçemeyeceğim. 

Biliyorum, zamanı gelecek. Yayınlayacağım. Ancak o zaman hafifleyecek içimde taşıdığım ve eşsiz güzellikteki bu yük. Huzur bulacağım mutluluğun yanı sıra. Elbette yine düşeceğiz yollara ancak bu defa her şeyi hatırlayarak. 

Zamanı bekliyorum ve biliyorum ki, her şey şu anda gerçekleşiyor. 

2.10.24

Umut Varsa

Koktu bu dünya. Hepimiz için. Zaten yokuş aşağı yuvarlanan dünyamız, artık serbest stil dönüşüne devam ediyor. Her şeye rağmen insanlıktan kurtulursa özüne dönebileceği umuduyla.

Bize henüz dokunmayan ama içimizi gıcıklatan yılan pek çoğumuz için bin yaşayadursun; gözlerinden silinen gülümseme ile dünyanın bir yerinde çocuklar daha şimdiden kaybedeni oluyor bu savaşın. Uzakta gibi görünen olaylar, aslında hepimizi derinden etkiliyor. Savaşların ve çatışmaların kurbanı olan masum çocuklar, bu acımasız dünyanın en büyük kaybedenlerini oluşturuyor.

Kötülük ve iyilik olarak tanımlanan olgular, dilediği dualitenin gerekliliğini yerine getiriyor olsun; insanlık bu varoluşunda bu acıyı paylaşamadıkça karanlık büyüyor. Bunu sebepsiz iç sıkıntılarımızda, manasız kabuslarımızda hissetmemek mümkün değil. Bu karanlıktan çıkış için hala bir şansımız varsa, o da gerçekten sevmekten geçiyor. İnsanı ve yaratılmış olan her şeyi.

Birbirimiz için iyilikler dileyişimizden, yaşayanlar için yapıcı dualarımızdan geçiyor bu yol. Küçük iyilikler ve anlayışlı davranışlar, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir. Unutmayalım ki, her birimiz bu dünyanın iyileşmesi için bir fark yaratabiliriz.

İnsan denen varlık, bu evrenin en güçlü ve potansiyel olarak en kudretli varlığı. Bu gücü her şeye sahip olmak için kullanmak ise insanı virüse çeviren en büyük neden. Halbuki bu taraf, sevmek, daha renkli, kolay ve çabasız. Gelsene!

29.9.24

Ciddi Bir Şey Anlatıyorum

Bir dizide vardı. Kadın evlenmek üzere olduğu çok uzatmalı büyük aşkı olan müstakbel eşi tarafından düğün günü terk edildiğinde, yakın kadın arkadaşları tarafından sıcak bir beldeye tatile -aslında balayı oteli- götürülüyor ve neşesini yerine getirmek için türlü çeşitli şakalar yapılıyordu kendisine. Kadın zorla bir iki gülümsüyor ancak hepsi bu gülümsemelerin gerçek olmadığını biliyorlardı. Bu anlardan birinde "bir daha ne zaman gerçekten gülebileceğim" diye sordu kadın. 

Bunu hiçbir zaman unutmadım nedense. Gerçekten güldüğüm anlar az olmasa da her birini çok içselleştirmiş olmalıyım ki, her biri çok değerli benim için. Gülmem, gülerken kırışmam, gözlerimin yaşarması, yanaklarımın ve karnımın uyuşması... Her biri eşsiz güzellikte gülerken. Öyle TV'ye bakıp komik bir şeyler izleyip de gülmeye benzemiyor işler. Aynalar ise asla yalan söylemiyor. Yüzündeki çizgiler yer çekimi ile denk gidiyor gerçekten gülmüyorsa için.

Peki güldüren şey nedir esasen? Bir şeyi komik yapan birinin sarsaklığı mı mesela? Aptalca bir hareket olması mı? Yoksa anlatanın samimiyeti mi? Sevmediğin biri sana dünyanın en komik hikayelerini anlatsa gülebilir misin aynı içtenlikle? Bana çok ilginç gelmişti, gülemiyorum. Ön yargı bu mu acaba? Yani bu mal ne anlatıyor diye mi dinliyorum? Çok denedim, her şekilde tarafsız da kalmak için elimden geleni yaptım ancak olmuyor. Gülmek aşırı samimi bir eylemmiş. İçten gelmeyene, içten tepkiler verilmiyormuş, ez kaza boş bulunup bile gülünemiyormuş. Bunun üzerine de bir çok düşünen olarak eğildim elbette. 

Gülerken ne denli savunmasız olduğumuz sonucuna varabildim. Ağlarken mesela, zaten ya yalnızızdır ya da o kalın zırhlarımızı yalnızca sevip güvendiğimiz insanların yanında zar zor indirebiliyoruz. Çok kötü bir haber alsak, yanımızda kim olduğuna bakmaksızın ağlayabiliyoruz da. Gülmek ise bana göre bunun en az bir seviye üstünde. Öyle gözlerinizden yaşlar aka aka ay dur karnım ağrıdı diye diye güldüğümüz anlar en savunmasız anlarımız. Birlikte gülecek, gülerken dünyanın en çirkin hallerine girecek, ağzımızdan sular, gözlerimizden rimeller akacak hallere gireriz de, nasıl göründüğümüzü zerrece umursamayız. Çünkü bizi güldürecek kadar yakınımızdan asla bir kötülük beklemeyiz. O'dur, Onlar'dır işte, birlikte gözlerimizin kısılmaktan çizgi haline geldiği, ağzımızın yüzümüzün yamulduğu ve buna rağmen hep yanımızda olanlardır. Her şey toz pembedir gülerken, tehlike yok kabul eder zihnimiz ve devam eder gülmeye. Bu yüzdendir en iyi şakaları, en komik videoları ayırırız onlara. Herkese söylenmeyenlerdir anlatılanlar çünkü birlikte gülmek, çok başkaldırıcı ve özel bir deneyimdir. 

İş bu sebeple, çok güldük ağlayabiliriz denilebilir gerçekten. Zırh giymeden güldüğümüz o dakikalar boyunca, dışarıdan ve dahi içeriden gelecek her türlü tehlikeye açık haldeyizdir. Çünkü ummadığımız taşın baş yardığı kadar, kalp kırmışlığı da vardır. Güldürenin tam da on ikiden isabet eden bir ok ile bizi vurmuşluğu da...Artık hem yalnızca gülmeye, hem de yalnız gülmeye karar verdim. Yeni hayatımda aldığım bilmem kaç yüz karardan biri de bu. 

Muvaffakiyetler dilerim. 


20.9.24

Gün Aymadan

Bu yazı genel olarak dört beş saat ortalamasında uyuyup, sabah bile demeye şahit isteyecek saatlerde dinç bir biçimde uyanarak geçirdim desem yeridir. Öyle mutluyum ki bu durumdan. Gün sanki 24 değil 36 saat oldu ve belki biraz da bu vesileyle okuyabiliyorsun bu satırları. Daha sabah ezanını okuyacak müezzin bile son rüyasına geçmemiş oluyor bu saatlerde. Evren ve ben baş başayız. 

Zaten sevmezdim uykuyu, kesin babasını da sevmezdim Sütoğlan!

20'li yaşlarımın başında, okuduğum Yalnızca Aptallar 8 Saat Uyur isimli orta şekerli bir kişisel geliştirme iddialı kitap da bu alışkanlığımı destekleyince, bilimsel makaleler ile teyit etmiş gibi gururla anlatmaya bile başlamıştım. Zaman kaybı değil mi gerçekten? Hayat akıyor, dünya dönmeye devam ediyor, uyku gerekli tamam biliyorum ama yani çok şey kaçırıyorum o esnada. Öncelikle gecenin sakinliğinde elime sıcak veyahut alkollü bir şeyler alarak gökyüzünü izleme keyfini çok sevdiğim güneş sunamıyor bana. Yaz gecelerinin muhteşem cırcır böcekleri, o sessiz saatlerde serenat gibi geliyor ve elbette abarttıkları saatlerde kulaklıklarım imdadıma yetişiyor. Evet, kimse sana seslenmeden, telefonun çalmadan rahatça çift kulaklıkla müzik dinleme özgürlüğü veriyor. Son ve bence çok da önemli olarak, yalnızlığından en çok keyif alabileceğin saatler bunlar. Herkes huzurlu uykusundayken senin hayattan kopardıkların ise sadece onunla senin aranda konuşmadığınız ama çok eğlendiğiniz anlar olarak anı defterine yazılıveriyor. İlla ki bir özelimiz olacak şu hayatla. Ona dair merakım da çok büyük, bilmeliyim. İlla ki merak ettiğim her şeyi öğrenmeliyim, çatlarım sonra. Etti mi sana +1 terapi seansı daha…

Saat biraz ilerleyip gün ufuktan yavaş yavaş kendini göstermeye başladı mı, bir de kuşlar giriyor sahneye. Onlar da güneş daha kendini göstermeden dansa başlıyor. Zaten hastasıyım gökyüzünde olan biten yaşayan her şeyi izlemeye. Eh, en çok da kuşlar kalıyor yanıma bu saatlerde.

Ne güzel süzülüyor ve istedikleri yöne hiç yorulmadan gidiyor gibiler, imreniyorum. Öyle doğal ki bu kuşlar için. Doğa üstü bir güçleri varmış ve bunun farkında bile değillermiş gibi. Hele ki sürüler halinde geçiyorlarsa, artistik bir şova dönüyor izlediğim bu manzara. Ben daha ikinci kahve için su ısıtmaya mutfağa gitmeye üşeniyorum, şunların ettiğine bak!

Her yıl dünyayı dolaşıp, geri dönüp aynı yuvayı, yeri gelince aynı kayığı ya da insanları bulan kuşlar var…! Bir kere kuş uçuşu gidiyorlar, yolda zaman bile kaybetmiyorlar. Otobüs beklemek yok, rötar yapan kanat yok, kışın buzlanma bile yapmıyorlar. Biz kuş beyinli diyerek geçiştiriyoruz zira kanımca minnoş egomuz zedeleniyor. Plaza çalışanlarının da %73’ü dün ne yediğini hatırlamıyor ne var yani – bilimsel araştırma değil, işkembeden sayfanıza! Binlerce yılda gelişen insan zekâsı ve yıllarca süren hassas hesaplamalara, doğrulamalara rağmen uçaklar, roketler, helikopterler kaçırmadı mı pistleri? Düşenleri saymıyorum bile. Peki siz hiç konacağı dalı ya da yuvasını pas geçip çakılan, yanlış yola giren ya da devrilen kuş gördünüz mü? Arada bir penguenler sürülerini karıştırıyorlar ama onlar da uçamıyor, bence sayılmaz ! Üzerinde süzülürken ani ve derin bir dalışla geri dönüyorlar evlerine. Milimetrik inişlerde de ustalar. Doğanın muhteşemliği karşısında Çin gibiyiz. Çok kalabalığız, ne görsek çakıyor, taklit ediyoruz ama işte marka sırıtıyor.

Alarmım çalıyor, sabah olmuş hiç söylemiyorsunuz.

İşe yetişmem gerek, giderken de saksağanları izlerim artık. Leylekler gideli çok oldu. 

Solgun

Bu sonbahar denen şey iyi gelmiyor bana. Net. 

Sabah bir kış sonu havası, öğleden sonra çakma bahar havası. Güneş var ısıtmıyor, ceket giysen sıcak basıyor. Neresinden baksan, ne idüğü belli olmayan bir mevsim. Ne öyle ne böyle, hem şöyle hem böyle. 

Üstüne bir de hastalık geldi ki ne zaman biraz üzülsem hemen bir nanemollalık, göğüs ağrısı ve ciğerlerin buselik makamı yayını. Deniz suyu ve iyot ihtiyacı hasıl oldu da bu yılı da pas geçiyorum besbelli. 

Bu paslaşma yüzünden mi yatıyorum? Her şeyin cevabınıda bilemem, yersen. Bundan sonra hayatımı etkileyebilecek konuları da test usulü, çoktan seçmeli katmak istiyorum hayatıma. 

Ateşim varken şahane rüyalar görüyorum. Bir günde altı rüya not almışım. Arada o işin oluru var mı bir bakmak lazım. Alarm sesini susturmak, kediyi öpmek, apronda el sallamak, yanan bulutların içinden geçip evlere ve evrenlere bakmak lazım. Ateş dedik ama, idare et biraz. 

Aaa sen de hasta deme ara gülelim biraz, iyileştirir. 

Öperler. 
(Satmadan iyileşilmiyor biliyor musun?)


18.9.24

Belki De Havalardandır

Son zamanlarda pek eğlenceli şeyler yazamıyorum. İçimden de gelmiyor.

Gerçekten eğlenmediğim, gülerken de düşündüğüm için belki, belki de gülmeyi bile hesaplamaya başladığım için ki en sevmediğim huyum da bu. Başlayacağım bu kuyruğun dik duruşuna hep güleryüzlü olmaya çalışmalara. 

Patlıyorsun işte kadın! Sustuklarından patlıyorsun. Susarken gördüklerinden, susturanlara diyemediklerinden. Sonrası bir ateş topu oluyor. 

Her şeye yetişmem gereken zamanlarda yine en çok da kendime geç kalıyorum. Zamanı geri sarabilecekmişim gibi.

Diyeceklerim bu kadar. 

Bazen

Çok şükür her işin altından kalkabilecek bir kadınım. Kendim halledemeyeceğim teknik bir konuysa da işin uzmanına ulaşacak, destek alabilecek kadar kafam çalışıyor. Araştırma, geliştirme, fikir üretme, aksiyona geçme benim işim evet.

Bazense sadece yardım edilsin istersin. Sadece kendini kıymetli hissetmek istediğin için. Aslında ensen dağlar kadar kalınken, benliğine aykırı bir biçimde ihtiyacım var diyebilmeyi becerdiğin anda sorgusuz sualsiz orada olunsun istersin. Bu hiçbir şeyin karşılığı değildir. Yaptıklarım alacaklarımın teminatı asla değildir. Bu duygusal bir ihtiyaçtır. Alabileceğinden fazlasını talep etmeyecek, kimsenin bağına göz dikmeyecek kadar yaşayıp anlamışsındır da bu hayatı ama kendini anlatmayı becerememiş olacaksın ki, senin iyiliğini senden çok düşünen biri çıkar ve hayır deyiverir. Bu ihtiyacını da anlayamaz elbette. 

Benim gibi duygusal zayıflıklarına sinir olan biriysen incinir, incindiğin için kendine de kızarsın. Kendi meşrebince eser gürler sonra da saman alevi gibi sönersin. Ardından pişmanlıkla karışık bir incittim mi duygusu gelir. Bol baharatlı. Ben mesela dinlendiğim kadar varım. Muhatabımın, ufacık bir kırgınlık ya da kızgınlık taşımadığından emin olana kadar anlatırım dilim döndüğünce, e döner de biraz.

Bunların hepsi yine geçmişe dönük bir takım eksiklerden, kırıklardan kaynaklanıyor. O kadar net görüyorum ki saman alevi soner sönmez. 

Şu hayatta gerçekten değer verdiğim çok az insan var. Var olduklarını da çok iyi biliyorum mamafih bu, elektrik kesildiğinde odana ansızın canavarlar dolmuş gibi hissettiren o korku ile aynı kaynaktan besleniyor. Canavar diye bir şey olmadığını biliyorum ama o yatağın altında sinsice bekleyen birisi olduğunun da gayet farkındayım.

Bu burada bitmedi, biraz daha iyileşmek gerek. 




11.9.24

Buradayım Firuze

Şehre dönüş ne arkadaş! Sanırsın yazdım kitabı bitti, çok da yoruldum, gittim Ibiza'ya kendime ait koyumda ve 50 metrelik yatımda üç ay kafa dinledim de, ülkeme sonbahar geldi biraz da çizme ve trençkot modasının ikonası olayım diyerek yurda geçici bir dönüş yaptım. Ya bir git n'olursun! Gülerim ben tutamam kendimi. Başka boyutların insanlarıyız. Tamam ben de isterim Eda Taşpınar gibi rengim olsun, aslında melezim ama kese köpük hep ağarmışız diyebilmeyi ama yani yavaşş be canım!

Bu şehre dönüş meselesini alışveriş kampanyalarının sonbahar döngülerinde ilk kim kullandı bilmiyorum ama belli ki hedef kitlesi çalışan kesim değil. Zira biz hep şehirdeki evimizdeyiz, kesin bilgi ama yayma zira misafir kabul edemeyeceğim. Bugün mevsimlik mütevazı bir sneaker arayışım esnasında girdiğim 25 web sitesinin birbirinin adeta kopyası modellerini görmeden önce, her sayfanın başında ve dahi reklam olarak e-posta ve smslerimin hemen hepsi aynı cümle ile başlıyordu. Şehre dönüşe özel süper fiyatlar, evet fiyatlar gerçekten süperdi. Genel olarak bir asgari ücretin çeyreği ile yarısı arasında bir yerlerde, sudan ucuz kampanya. Vay anasını sayın tüketiciler. 

Kanma cânım okur. Her yıl aynı hapı yutma işte. Paranı da sakla. Daha çoook tuzak var. Yılbaşı, sevgililer günü, 10.10'u 21.12'si bilmem nesi, yok artık devenin pembe bale pabucu!

Şehirden sesleniyorum. Hava sıcak ve ben uyandığımda bakkala bile gidemeyecek pijamalarımla uyuyorum. 


Ay ben bu yüzden mi az uyuyorum acaba? Bak yaaa....!


8.9.24

Kediyi...

Şu hayata dair çok atıp tutuyorum malumunuz. Şunu severim, bunu sevmem, bu böyle olmalı, öteki illa öbür türlü yapılmalı. Ne de çok biliyorum ben ya!

E sizden ötürü! Gelip gidip bana 218 yıldır bu hayatta tecrübe edinmişim gibi sorular sordunuz, cevaplarımı aldınız, kendinize yollar çizdiniz, eksik olmayın teşekkür edenleriniz de oldu arada. Yeri geldi ayaklı sözlük, yeri geldi arama motoru yerine koydunuz beni. Minnoş ego'm da bundan hoşlanmış olacak ki; ben de kendimi bayağı bir şey zannettim bu şekilde; e öyleymişim de anladım yine bazılarınız sayesinde.

Şimdi biriniz de akıl edip, bir kez olsun da bu kadın ne ister, bir şey sormak ister mi deseniz ya? Merak etmez, burnu yere düşse eğilip almaz mı dersiniz yoksa nasıl olsa merak ettiği her şeyin cevabını ya almıştır ya da nasılsa öğrenir mi? Bu sizce de biraz peşin hükümlü olmak değil mi?  

En çok soruyu da galiba, tahammül seviyemi en çok zorlayanlardan alıyorum. Hayır çok sordukları için değil tahammülsüzlüğüm; sabırla ve defalarca anlatırım tecrübeli bir öğretmen edasıyla. Yeter ki duyduklarını hatırlamak yerine nasılsa tekrar sorarım deme, benden aldığını akıl süzgecinden geçir, çaba göster ve takıldığın yerde yeniden gel.

Şimdi merak da edersin, kimlere tahammül edemiyor bu kadın diye? Neden mi? Çünkü gıybet, bilgiden ya da tecrübeleri tartışmaktan eğlenceli geliyor ama hahhayytt kül yutmam, isim vermem, ben bu tufaya düşmem. Bir an kendimi pazar magazinlerinde burnuna mikrofon uzatılmış ünlüler gibi hissettim. No comment, konuşmam doğru olmaz, yer dahi yerinden oynar! Nihaaann in aşağıya !

Tabi şöyle bir gerçek de var ki benim de karşımdakinin sabır sınırlarını ve sinir uçlarını zorladığım zamanlar oldu, görünen o ki daha da olacak. Bunu genellikle kendi sabrımı zorlayan olgular üzerinden yaparım.

Hazırsan bug'ımı açıklıyorum! Hem de az sonra değil, tam da şu anda! Bilmek! Tabi şimdi hayal kırıklığına uğramanı da pek istemem, bilmek istemem için merak edecek kadar kıymetli görünmeli şey ya da kişiler. Merak ettiğim her şeyi bilmeliyim ben. Bedeli ne olursa olsun hem de. Çünkü hep söylerim, en kötü cevap bilememekten, şüphede, sürüncemede kalmaktan iyidir ve ben bir kedi annesiyim! Bu bilmeye düşkün halim sebebiyle senin için arama motoru oluyorum zaten. Biraz daha derine, oradan öbürüne, haydi azıcık da diğerinden derken, araştırmalara doyamayıp tüpsüz dalıyorum kaynağa. Sonrasını biliyorsun zaten. 

Tabi araştırarak bulunamayan, ulaşılamayan gerçekler de var hayatta. Hatta muhatabına sorup doğru yanıta ulaşamadıkların da var. Onlar için yine aynı yöntemi kullanıyorum el mecbur. İçime soruyorum, bazen kendimi kandırır gibi oluyorum ama sonunda doğru cevabı buluyorum. Kerameti de bool bolll düşünmek ! 

O değil de ne düşünüyorsun? Söylesene artık, bir şey deneyeceğim.


Sabah Serinliği

Bu sabah yine çok güzel uyandım. Zaten ne demiş çok sevdiğim yazar; "Kediler Güzel Uyanır". Sabahın beşinden sonra görülen o en güzel rüyalardan birinden uyandım az önce. Başucumdaki birkaç taze lavanta dalının kokusu ile İzmir güneşini selamladım yatağımda. Hala zihnimde çevirip duruyorum diğer boyutta konuşulan ve bakışılanları. Rüyalarda olsun döküldü dudaklarımdan diye yüzümde huzurlu bir gülümseme. İyi ki! diyorum defalarca artı bir kez daha. 

Sabah serinliğinde bahçeyi ve biraz da kendimi suladıktan sonra, yarı ıslak halde verandada oturup bir kahve eşliğinde sağlığa zararlı tütün mamullerini tüketirken, sokaktan hızla geçip işlerine yetişmeye çalışan insanları izledim. İzlerken de düşündüm mutluluk denen şey bunların hepsi işte. Görebilmek onları, bahçenin müdavimi kediler bacaklarıma artistik patinaj hareketleri ile sürünürken, havadaki ıslak toprak kokusunu içine çekmek. Sevdiğin şehirde, sevdiğin insanlarla.. Zaten sevebilmek başlı başına bir mutluluk sebebi. Sevilmek demiyorum bak, aşk meşk meselesi değil. Ben böyle olduğum için yaz başka güzel diyorum - yine çok mütevazı sözler peşindeyim. 

Dedim ya, adeta bir kedi gibi ve üstelik evde iki kediyle uyandım. Teyzeleri sayılırım onların. Bir tekir ağabey ve bir beyaz prenses kendileri. Sabah sevişmemizin ardından Ege sıcağının ne zaman çökeceğini benden iyi bildiklerinden olacak, çekildiler evin en güzel ve serin köşelerine. Öperim yarı şeffaf kulaklarından. 

Bu şehre, çeyrek asırdır hep ayaklarım neticeme vura vura, eteklerim rüzgarda uçuşa uçuşa geldim. Bildiğin büyük şehir aslında, denizi, sıcağı, medeniyeti bir yana dursun, içindekilerle değerli, her yer gibi. Bazı zaman bitmek bilmeyen o yol, bazen de yol arkadaşlarımla eğlenceli birer maceraya dönüştü. Ardımızda kalan her kilometre ile mutlu oldum. Ne demiş bir başka yazar.. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım." Daha yola çıkacakken mutlu olurum ben. 

Yolda olma fikri zaten başlı başına huzur veriyor bana artık, dinginleşiyorum. Önceleri sadece varacağım noktaya odaklanırdım ve zaman geçmek bilmez, ağızda saatlerce çiğnenmekten sakız gibi acı bir tat bırakırdı. Şimdi ise, varacağım noktadaki maceradan bağımsız bir eğlence şeklini aldı zihnimde. Kiminle yola çıktığın önemli kabul ama yalnız olmayı da apayrı severim ben. Yalnız yolculuk, yalnız seyahat, yalnız tatil ve beraberinde gelen yepyeni selamlaşmalar ve bazen arkadaşlıklar. İnsan kendini tanıdıkça daha bir keyifli hale geliyor yalnızlık zaten. 

Sıcağı ile kavuran, kavurdukça daha da çok kendine bağlayan şehrin sokakları, yepyeni anılar için beni bekler şimdi. 

Biraz deniz koklayıp döneceğim, beklersiniz. 


Kırık

Kalbimi kırdım. 

Bunu bile birinden bekleyemedim kendim yaptım iyi mi? Zaten kim tenezzül edip de kalbime bakıp kırılacak eşya kadar değer verip bir de üstüne üstlük kıracaktı ki? Bu bile düşünmek, bir zaman özen göstermek manasına gelirdi. Çeyrek asırdır böyle bir özen görülmedi. Bu satırları yazarken, adeta tam ortasından içine çöküp yükseliyor göğsüm. Her çöküşünde kalbim sızlıyor. Çok tanıdık ve unutulmuş bir acı bu. Yıllardır duymadığın bir şarkı gibi. Melodi aklımda ama sözleri kayıp. Bu son cümle deja vu oldu mesela, ne önemi var aslında. 

Kalbim diyordum ki bak yine geldi o sızı. Karşılığı bulunmayan sevgileri istifra edercesine çıkarması lazım içinden, bu spazmlar başka türlü durmaz, çok iyi biliyorum. Çok tecrübe ettik bunu birlikte geçirdiğimiz onca yılda. 

Kendisine çok iyi bakacağıma söz vermiştim aslında, yaklaşık on iki yıl önceydi bu sözü verdiğimde. İyi de gidiyordum ama tutamadım sözümü be kalbim, yine parçaladım seni, olan sana oldu. İnan ben de hazırlıksız yakalandım bu kez. Bir gün bir uyandım ki oldu bittiye gelmişim. Çok da farklıydı, benim de yabancısı olduğum, çalışmadığım yerden geldi bu kez; hiç farketmedim. Affet ne olur, çabam sen kırıl diye, seni de görsünler diye değil; sevdiğimdendi sadece. 

Senle ben bir araya gelir, parçaları yine yerine yerleştirmek için elimizden geleni yapar, kurtaramadıklarımızı da bu kez gömeriz kimsenin bilmediği bir ağacın dibine. Bir türlü dikemediğim şu çınarın dibine belki. Sonbaharda yaprak döker bizim gibi, ilkbaharda açar içimizi ve hep yaşar. 

Kalbim, üzgünüm canım. Kimse kapıyı çalmayınca yine ben kırıp girdim içeri, orada mısın, iyi misin görmek istedim. Sen bile ben gelene kadar iyiydin. 

Hoşça kal.