5.11.24

Kirpi Gibiyiz

Bazen hepimiz öyle stresli değişimlerin, öyle çıkmazların içinde buluyoruz ki kendimizi, hem de bazen aynı anda; en yakınlarımıza batırıyoruz dikenlerimizi. Onlar da kan bağı ile bağlı olduklarımız ya da seçtiğimiz ailelerimiz oluyor genellikle. Bu yüzden belki de en açık yaralardan giriyor o dikenler çok can yakıyor, çok yakından geldiği için. Zamanla değil acısı, izi bile kalmayacak biliyorsun ancak bir daha batmasın diye hem daha çok özen göstermek isteyip hem de çekiniyorsun aman değmesin acıtıyor diyerek... Küçük bir çocuğun elini sobada yaktıktan sonra ateşten uzak durması gibi. Ez cümle, değişip dönüşüyor, dönüştürüyorsun. Peki bu dönüşen hala sen misin? Bu dönüşüm aileyi daha mı güçlü kılıyor yoksa sonunu getiren kaldırım taşlarını mı döşüyor teker teker sinsice? 

Ölümün bile artık acıtmadığına inandığım bu dünyada, kişilerden bağımsız olarak bana kaybetme korkusu yaşatan asıl sebep ne? Yıllar önce hala Ekşi Sözlük yazılan bir yer iken söylemiştim "kaybetme korkusu kaybetmenin başlıca sebebidir" diye. Kendi söylediğim sözün hangi kısmını idrak edemedim ki acaba? 


24.10.24

Kalan Sağlar Bizimdir

Büyümeyi reddeden içimizdeki çocuğa sesleniyorum. Büyüme kardeşim! Erol Evgin ne demiş "Hep Böyle Kal"! 

Hayatta eğlenmediğim her dakika yaşlandığımı hissederim. Gülerken yukarı doğru kıvrılan yüz kaslarım yer çekimine meydan okuyor. Bırakın mimiksiz, hom hom gülmeye çalışanları, hatta mümkünse çok uzak durun. Onların zaten değil humor'u, hayattan keyif alacak hisleri bile gelişmemiş. Güldün mü gözlerin çizgi haline gelip, yanakların uyuşana kadar, göğsünü, göbeğini hoplata hoplata kahkaha atacaksın, uzun zamandır hareket etmeyi unutmuş karın kasların yanacak gerilmekten. Hatta karşında da böyle gülen biri varsa ona bakıp bir tur daha güleceksin aynı şekilde. Elinde bir içki olmasına ya da masanın donatılmış olmasına da gerek yok hani, her yerde her koşulda ve herkese rağmen güleceksin böyle. Bırak ne derlerse desinler. Seninle bu yolda eğlenenlerle devam et hayatına, sonra dön gel botokstan ettiğin tasarrufla neler yaptın anlatırsın. 


Yaşadığımız bu günlerde, bu ülke ve dünya gündemiyle imkansız uzaklıkta göründüğünü biliyorum ama inan ki değil. Aynı dertlere ve kaygılara sahip bir kadın olarak -üstelik bu ülkede- sesleniyorum. Ağzını ayıra ayıra gülecek insanlarla donat etrafını. Yetişkin olmak ruhunu da yaşlandırman, eğlenceden vazgeçmen anlamına gelmiyor. Bırak sulu, zevzek, gevşek, ... vb. bulsunlar seni. Kim ne derse desin, kim yargılarsa derdine yansın. 


Doğru bir tane, o da mutluluk üzerine. Sevebiliyorken sev, gülebiliyorken durma ve bu konularda iyi olduğunu hissettiğin anda elindekileri çevrenle paylaşmaktan da çekinme. 


Delirttiğin her kişi yanına kâr! 

21.10.24

Uyudum mu?

Ekim sonu bir pazar gecesi. Aslında Pazartesi sayılabilecek kadar geçti saat gece yarısını... 02:18. Saygılar.

Bu uyku meselesi ilginç. Beni tanıyanlar bilir, daha önce de yazmıştım, uyku hiçbir zaman en iyi dostum, yarenim filan olmalı. Sevmem de kendisini. Mamafih lazım da. Ne onunla ne onsuz tadında düzeysiz bir ilişki içerisindeyiz. Özellikle pazar geceleri gelmeyen, gelse de bir türlü bünyeye dahil olmayan bir şey kanımca. Öte yandan şöyle de bir özelliği var. Yatmaya geç kaldığını düşünürsen yetmez, çok da umursamazsan iki üç saatlik bir uyku ile günü kolaylıkla devirebilirsin de. Böyle de sinameki bir durumu var. Gelir oturur göz kapaklarına, ta ki sen yastığa başını koyana kadar. Sonra hooop... bir arkadaşa bakmıştım haydi ben kaçar diyerek uzaklaşıyor. Sonra işin yoksa sağdan sola dön, bekle ki sıkılıp geri gelsin. 

Belli ritüelleri olduğuna da inanılıyor halk arasında. Özellikle çitten atlayan koyunları kıskanıp, biraz sayarsan durun tam da gitmemiştim geldim deyiveriyor mesela. Yani öyle deniyor ama ben bu saatte kıyamıyorum kuzucuklarıma, bırakıyorum onlar da uyusunlar. Derin nefes alıp vermeler var bir de. Meditasyon 101 dersinden iyi de biliyorum ama inadı inat bu uykunun. Artık tribal mi, muayyen zamanları mı var da direniyor kim bilir! Gelmiyor namussuz. Şimdi yeter yattığım yerde döndüğüm bari zamanı değerlendireyim diyerek yataktan kalktım ya, kesin damlar az sonra yanıma eee bu gece n'apıyoruz? diye. 

Rüyalarımdan bir geceliğine feragat etme pahasına direneceğim ve kararlıyım, yüz vermeyeceğim. Beni bayıltana kadar konuşur durur artık. 

Sabah servise yetişecek bir saatte uyansam bari (* bkz  başlık) 

6.10.24

Tutulma

Belli bir zaman geçtikten ve bazı gerçekler tedavülden kalktıktan sonra yayımlamaktan memnun olacağım bir kitap daha planlıyor ve yazıyorum şu ara. Kendi versiyonumla bir Milena'ya Mektuplar diyebilirim ancak. Hayır, elbette Kafka değilim; tahtında da gözüm yok. Herkes kendi yerinde değerli. 

Öyle içten ve samimi bir bir yerden yazıyorum ki bu kez kurgular değil, gerçekler dile geliyor. Yeminler edip, kendime sakladıklarım; sakladıkça ruhuma yük olanları yazıyorum. Her yük ağırdır ama bazısını zevkle taşırsınız, taşıdıkça da hayatı öğrenir, yer yer güzelleşirsiniz; bunu da eklemeden geçemeyeceğim. 

Biliyorum, zamanı gelecek. Yayınlayacağım. Ancak o zaman hafifleyecek içimde taşıdığım eşsiz güzellikteki bu yük. Huzur bulacağım mutluluğun yanı sıra. Elbette yine düşeceğiz yollara ancak bu defa her şeyi hatırlayarak. 

Zamanı bekliyorum ve biliyorum ki, her şey şu anda gerçekleşiyor. 

2.10.24

Umut Varsa

Koktu bu dünya. Hepimiz için. Zaten yokuş aşağı yuvarlanan dünyamız, artık serbest stil dönüşüne devam ediyor. Her şeye rağmen insanlıktan kurtulursa özüne dönebileceği umuduyla.

Bize henüz dokunmayan ama içimizi gıcıklatan yılan pek çoğumuz için bin yaşayadursun; gözlerinden silinen gülümseme ile dünyanın bir yerinde çocuklar daha şimdiden kaybedeni oluyor bu savaşın. Uzakta gibi görünen olaylar, aslında hepimizi derinden etkiliyor. Savaşların ve çatışmaların kurbanı olan masum çocuklar, bu acımasız dünyanın en büyük kaybedenlerini oluşturuyor.

Kötülük ve iyilik olarak tanımlanan olgular, dilediği dualitenin gerekliliğini yerine getiriyor olsun; insanlık bu varoluşunda bu acıyı paylaşamadıkça karanlık büyüyor. Bunu sebepsiz iç sıkıntılarımızda, manasız kabuslarımızda hissetmemek mümkün değil. Bu karanlıktan çıkış için hala bir şansımız varsa, o da gerçekten sevmekten geçiyor. İnsanı ve yaratılmış olan her şeyi.

Birbirimiz için iyilikler dileyişimizden, yaşayanlar için yapıcı dualarımızdan geçiyor bu yol. Küçük iyilikler ve anlayışlı davranışlar, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir. Unutmayalım ki, her birimiz bu dünyanın iyileşmesi için bir fark yaratabiliriz.

İnsan denen varlık, bu evrenin en güçlü ve potansiyel olarak en kudretli varlığı. Bu gücü her şeye sahip olmak için kullanmak ise insanı virüse çeviren en büyük neden. Halbuki bu taraf, sevmek, daha renkli, kolay ve çabasız. Gelsene!

20.9.24

Gün Aymadan

Bu yazı genel olarak dört beş saat ortalamasında uyuyup, sabah bile demeye şahit isteyecek saatlerde dinç bir biçimde uyanarak geçirdim desem yeridir. Öyle mutluyum ki bu durumdan. Gün sanki 24 değil 36 saat oldu ve belki biraz da bu vesileyle okuyabiliyorsun bu satırları. Daha sabah ezanını okuyacak müezzin bile son rüyasına geçmemiş oluyor bu saatlerde. Evren ve ben baş başayız. 

Zaten sevmezdim uykuyu, kesin babasını da sevmezdim Sütoğlan!

20'li yaşlarımın başında, okuduğum Yalnızca Aptallar 8 Saat Uyur isimli orta şekerli bir kişisel geliştirme iddialı kitap da bu alışkanlığımı destekleyince, bilimsel makaleler ile teyit etmiş gibi gururla anlatmaya bile başlamıştım. Zaman kaybı değil mi gerçekten? Hayat akıyor, dünya dönmeye devam ediyor, uyku gerekli tamam biliyorum ama yani çok şey kaçırıyorum o esnada. Öncelikle gecenin sakinliğinde elime sıcak veyahut alkollü bir şeyler alarak gökyüzünü izleme keyfini çok sevdiğim güneş sunamıyor bana. Yaz gecelerinin muhteşem cırcır böcekleri, o sessiz saatlerde serenat gibi geliyor ve elbette abarttıkları saatlerde kulaklıklarım imdadıma yetişiyor. Evet, kimse sana seslenmeden, telefonun çalmadan rahatça çift kulaklıkla müzik dinleme özgürlüğü veriyor. Son ve bence çok da önemli olarak, yalnızlığından en çok keyif alabileceğin saatler bunlar. Herkes huzurlu uykusundayken senin hayattan kopardıkların ise sadece onunla senin aranda konuşmadığınız ama çok eğlendiğiniz anlar olarak anı defterine yazılıveriyor. İlla ki bir özelimiz olacak şu hayatla. Ona dair merakım da çok büyük, bilmeliyim. İlla ki merak ettiğim her şeyi öğrenmeliyim, çatlarım sonra. Etti mi sana +1 terapi seansı daha…

Saat biraz ilerleyip gün ufuktan yavaş yavaş kendini göstermeye başladı mı, bir de kuşlar giriyor sahneye. Onlar da güneş daha kendini göstermeden dansa başlıyor. Zaten hastasıyım gökyüzünde olan biten yaşayan her şeyi izlemeye. Eh, en çok da kuşlar kalıyor yanıma bu saatlerde.

Ne güzel süzülüyor ve istedikleri yöne hiç yorulmadan gidiyor gibiler, imreniyorum. Öyle doğal ki bu kuşlar için. Doğa üstü bir güçleri varmış ve bunun farkında bile değillermiş gibi. Hele ki sürüler halinde geçiyorlarsa, artistik bir şova dönüyor izlediğim bu manzara. Ben daha ikinci kahve için su ısıtmaya mutfağa gitmeye üşeniyorum, şunların ettiğine bak!

Her yıl dünyayı dolaşıp, geri dönüp aynı yuvayı, yeri gelince aynı kayığı ya da insanları bulan kuşlar var…! Bir kere kuş uçuşu gidiyorlar, yolda zaman bile kaybetmiyorlar. Otobüs beklemek yok, rötar yapan kanat yok, kışın buzlanma bile yapmıyorlar. Biz kuş beyinli diyerek geçiştiriyoruz zira kanımca minnoş egomuz zedeleniyor. Plaza çalışanlarının da %73’ü dün ne yediğini hatırlamıyor ne var yani – bilimsel araştırma değil, işkembeden sayfanıza! Binlerce yılda gelişen insan zekâsı ve yıllarca süren hassas hesaplamalara, doğrulamalara rağmen uçaklar, roketler, helikopterler kaçırmadı mı pistleri? Düşenleri saymıyorum bile. Peki siz hiç konacağı dalı ya da yuvasını pas geçip çakılan, yanlış yola giren ya da devrilen kuş gördünüz mü? Arada bir penguenler sürülerini karıştırıyorlar ama onlar da uçamıyor, bence sayılmaz ! Üzerinde süzülürken ani ve derin bir dalışla geri dönüyorlar evlerine. Milimetrik inişlerde de ustalar. Doğanın muhteşemliği karşısında Çin gibiyiz. Çok kalabalığız, ne görsek çakıyor, taklit ediyoruz ama işte marka sırıtıyor.

Alarmım çalıyor, sabah olmuş hiç söylemiyorsunuz.

İşe yetişmem gerek, giderken de saksağanları izlerim artık. Leylekler gideli çok oldu. 

Solgun

Bu sonbahar denen şey iyi gelmiyor bana. Net. 

Sabah bir kış sonu havası, öğleden sonra çakma bahar havası. Güneş var ısıtmıyor, ceket giysen sıcak basıyor. Neresinden baksan, ne idüğü belli olmayan bir mevsim. Ne öyle ne böyle, hem şöyle hem böyle. 

Üstüne bir de hastalık geldi ki ne zaman biraz üzülsem hemen bir nanemollalık, göğüs ağrısı ve ciğerlerin buselik makamı yayını. Deniz suyu ve iyot ihtiyacı hasıl oldu da bu yılı da pas geçiyorum besbelli. 

Bu paslaşma yüzünden mi yatıyorum? Her şeyin cevabınıda bilemem, yersen. Bundan sonra hayatımı etkileyebilecek konuları da test usulü, çoktan seçmeli katmak istiyorum hayatıma. 

Ateşim varken şahane rüyalar görüyorum. Bir günde altı rüya not almışım. Arada o işin oluru var mı bir bakmak lazım. Alarm sesini susturmak, kediyi öpmek, apronda el sallamak, yanan bulutların içinden geçip evlere ve evrenlere bakmak lazım. Ateş dedik ama, idare et biraz. 

Aaa sen de hasta deme ara gülelim biraz, iyileştirir. 

Öperler. 
(Satmadan iyileşilmiyor biliyor musun?)


18.9.24

Belki De Havalardandır

Son zamanlarda pek eğlenceli şeyler yazamıyorum. İçimden de gelmiyor.

Gerçekten eğlenmediğim, gülerken de düşündüğüm için belki, belki de gülmeyi bile hesaplamaya başladığım için ki en sevmediğim huyum da bu. Başlayacağım bu kuyruğun dik duruşuna hep güleryüzlü olmaya çalışmalara. 

Patlıyorsun işte kadın! Sustuklarından patlıyorsun. Susarken gördüklerinden, susturanlara diyemediklerinden. Sonrası bir ateş topu oluyor. 

Her şeye yetişmem gereken zamanlarda yine en çok da kendime geç kalıyorum. Zamanı geri sarabilecekmişim gibi.

Diyeceklerim bu kadar. 

Bazen

Çok şükür her işin altından kalkabilecek bir kadınım. Kendim halledemeyeceğim teknik bir konuysa da işin uzmanına ulaşacak, destek alabilecek kadar kafam çalışıyor. Araştırma, geliştirme, fikir üretme, aksiyona geçme benim işim evet.

Bazense sadece yardım edilsin istersin. Sadece kendini kıymetli hissetmek istediğin için. Aslında ensen dağlar kadar kalınken, benliğine aykırı bir biçimde ihtiyacım var diyebilmeyi becerdiğin anda sorgusuz sualsiz orada olunsun istersin. Bu hiçbir şeyin karşılığı değildir. Yaptıklarım alacaklarımın teminatı asla değildir. Bu duygusal bir ihtiyaçtır. Alabileceğinden fazlasını talep etmeyecek, kimsenin bağına göz dikmeyecek kadar yaşayıp anlamışsındır da bu hayatı ama kendini anlatmayı becerememiş olacaksın ki, senin iyiliğini senden çok düşünen biri çıkar ve hayır deyiverir. Bu ihtiyacını da anlayamaz elbette. 

Benim gibi duygusal zayıflıklarına sinir olan biriysen incinir, incindiğin için kendine de kızarsın. Kendi meşrebince eser gürler sonra da saman alevi gibi sönersin. Ardından pişmanlıkla karışık bir incittim mi duygusu gelir. Bol baharatlı. Ben mesela dinlendiğim kadar varım. Muhatabımın, ufacık bir kırgınlık ya da kızgınlık taşımadığından emin olana kadar anlatırım dilim döndüğünce, e döner de biraz.

Bunların hepsi yine geçmişe dönük bir takım eksiklerden, kırıklardan kaynaklanıyor. O kadar net görüyorum ki saman alevi soner sönmez. 

Şu hayatta gerçekten değer verdiğim çok az insan var. Var olduklarını da çok iyi biliyorum mamafih bu, elektrik kesildiğinde odana ansızın canavarlar dolmuş gibi hissettiren o korku ile aynı kaynaktan besleniyor. Canavar diye bir şey olmadığını biliyorum ama o yatağın altında sinsice bekleyen birisi olduğunun da gayet farkındayım.

Bu burada bitmedi, biraz daha iyileşmek gerek.