Ne mi değişti? Hiçbir şey.
İşte tam da bu yüzden gitmeye çalışıyorum. Ne benim duygularım değişti ne de senin hayatın.
Nasıl diyordu Savcı Esra, “Dünyanın ekseni 3 santimetre kaydı da sen bana 1 santimetre bile yaklaşmadın.” Pardon ya... Sen ihtiyaç duyduğunda gönlünce geldin de, benim yaklaşmama izin vermedin. Asla deklare edemediğin kurallar çerçevesinde yaşamamı bekledin. Bunların azıcık dışına çıktığımda kainatın en iyi duvar ustası da sen oldun. Değil bir delik açabilmek, ufak bir çentik dahi atamadım. Bu ne benim başarısızlığım, ne de sen bir hedeftin.
Ne güzel değil mi ama? "Sen dur oralarda bir yerlerde, ben uygun gördüğüm zaman gelirim." demek... Nasılsa 'hep oradayım' ya...
Senden beni korumanı isteyen olmadı.
Ne dedim? "Ben de biliyorum düşünmeden gözlerimi kapatıp kendimi bıraktığım o bulutlardan biri, bir gün son durak olacak ama madem elimi tutmak istemiyorsun, bırak da bari kendi başıma düşeyim."
Koruma talep etmedim, muhtaç hiç değilim. Sen bahçesi çiçeklerle bezeli krallığının soğuk duvarlarına hapset kendini.
Ben nasıl "Haşmet Vahap pabucu yarım" diye ısrarla oyuna çağırmıyorsam seni, sen de canım yanacak diye tutmaya kalkma beni. Hak etmedin bu ayrıcalığı.
Çıkıp oynamadın diye değil. Bu oyunu sevdiğini ama oynayacak kadar güçlü olmadığını söyleyecek yürekliliği gösteremediğin için. Sen kaybetme diye, bir ömür beni mahrum bırakabilecek kadar bana kıyabildiğin için.
Anlayamadın, iki direk arasına bağladığım lastikle ip atlayarak, karıncalarla, mahallede park etmiş arabalarla konuşarak, kendi oyunumu kendim kurmayı öğrenip oynayarak, sokakta düşüp dizimi kanattığımda kabuğunu da kendim kaldırarak büyüdüm ben.
Kazana düştüm yani anlıyor musun?